Bazı insanlar dünyanın önemli şehirlerini göremediklerinden yakınırlar, hatta etrafınızda İzmir, İstanbul gibi şehirleri bile göremediklerine hayıflananlar vardır. Nedense kendi yaşadıkları coğrafyayı gezip dolaşmayı, görüp tanımayı hiç akıl etmezler, bunu yapmadıklarına hiç üzülmezler.
Oysa insanların asıl üzülmeleri gereken bu değil midir? Kendilerini sözgelimi Hatay’ı, Edirne’yi görebilmek arzusuyla dolu bir yabancı yerine koyup, bulundukları yahut yakınında oldukları önemli şehirleri tanımak isteseler…
İnsanların, şehre karşı aidiyet hislerinin olmaması, onları şehirden uzaklaştırıyor. Meselâ önemli bir medeniyet merkezi olan Konya’nın merak edilmemesi kaygı verici bir durum değil midir? Şehirde yaşayanların büyük çoğunluğu kendisini “taşralı” olarak tanımlarken ve 2-3 yıl önce açılmış bir alışveriş merkezine bile gitmeyen neredeyse kalmamışken, 800 yıllık bir medeniyetin ikliminden, cami ve medreselerden habersiz olunması, neyle açıklanabilir?
Ne yazık ki, dünyanın bir büyük şehrinde yaşarken, insanlarımız daha kendi şehirlerinden habersiz. “Derya içre yaşayıp deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf” Şair’in deyimiyle…
Konya’da yaşayanların üçte birinin Alaaddin’i gezmediğini, Kayalıpark’tan Kapu Camii’ne oradan Sahipata’ya inmediğini söylemek abartılı olmaz. Hayatım, etrafımdaki insanlara “yaşadıkları şehri ne kadar tanıdıklarını” sormakla geçti. Ne yazık ki aldığım cevaplar, insanın kendi şehrinde bir yabancı gibi dolaştığını söylüyordu…
Şehirler buluşma yeridir insanlar için… Kendini tanıyacak, kendisiyle buluşacak olanlar için. Başka şehirleri, başka ülkeleri görmeye başladığınızda siz de fark edeceksiniz, dünya sandığınızdan çok daha büyük. Ve dünyanın kendi etrafınızda dönmediğini anlayacaksınız. Gezmek sizi güçlendirecek, cesaretinizi artıracak. Zor şartlara daha kolay ayak uydurur hale getirecek sizi. İnsanlarla daha kolay ünsiyet kurabileceksiniz. Kendi dünyanızla kuracağınız ünsiyet için bile bu keşfe çıkabilirsiniz. Sadece bu kazanım bile yetecek…
Öyleyse işe önce yaşadığımız yerden başlayabilirsiniz. Böylece bir çok yeri gezip görmelerine imrendiğiniz o insanlardan farklı olarak siz de onların bilmediği yerleri bilen, bu yönünüzle onlardan farklı ve onlardan önde birisi olabilirsiniz. “Kentsel dönüşüm” denen şey, İşgalaman’dan Eski Garaj’ın arka sokaklarına inmeden, yani vakit geç olmadan; bulabilirseniz bir rehberle, bulmazsanız kendinizi sokaklara bırakarak şehirde kaybolabilirsiniz. Kenar mahallelerde bir kerpiç evin mabeynini süsleyen kanaviçenin ilmikleri de, İnce Minare’nin kapısını süsleyen motifler de bir kimliğin ve çok sesliliğin armonisini yansıtırken, ne duruyorsunuz hâlâ…
Değişen gündelik ihtiyaçlarımız; değerlerimizi, alışkanlıklarımızı terke zorluyor. Şehir kimliğini gündelik kazanımlara heba etmeden, şehre sahip çıkmak zorundayız. İnsanlar köylerine geri dönmeden ya da yaşadıkları şehri köye çevirmeden…
Pencerelerinde mor menekşelerin açtığı muhteşem sokaklar kaybolmadan…
Yani, şehrin tılsımı bozulmadan…
Dilinizde kalbinizde bu şehir için söylenmiş mısralar mırıldanarak…
Şehri bir âşık edasıyla gezme vakti…