2008 Mayıs ayının başları…
Bosna baharı yaşıyor ama yüksek yerlerde kar henüz erimemiş.
Bosna Hersek’in uçsuz bucaksız ormanlarının arasına serpilmiş köylerden biri.
Köylülerin bir kısmı 1993-95 savaşında asıl köylerini Sırplara bırakarak daha güvenli yerlere kaçan, daha sonraları kendilerine yer yurt verilenlerden oluşuyor.
Gerçekte yüzyıllardır değişmeyen hayat tarzlarında sadece yer değiştirmiş oluyorlar; değilse yoksulluk aynı yoksulluk…
Çünkü tabiat burada insana daha baskın.
Tarla açıp işlemek, tabiat ile de büyük bir mücadele gerektiriyor.
Hayvancılık ise savaştan sonra hızla düşüşe geçmiş; çünkü ormanda, geçit yerlerinde mayınlı sahalar bulunuyor ve daha kötüsü bu mayınlara dair harita falan da yok.
Hayvan otlatmaya çıkmak açıktan ölümü göğüslemek gibi bir şey.
Savaştan nasibini almayan yok…
Oğlunu, kızını, annesini, babasını kaybedenler…
Aile fertlerinin tamamını kaybedenler…
Canını kurtarmak için bütün mal varlığını kaybedenler.
Kayıpların sonu ve ölçüsü yok.
Kazanç ise sadece kurtarabildikleri canları; o da yeni hayatın getirdiği sefilliğe ve perişanlığa teslim olmuş durumda.
Bosna-Hersek’teki Türk LOT evleri ya da İzleme evleri bulundukları bölgeye tam hakim durumdalar.
Köy köy, ev ev geziyorlar neredeyse. İhtiyaç sahiplerini tespit edip yardım eli uzatıyorlar karınca kadrince.
İşte Bosna-Hersek’in uçsuz bucaksız ormanlarının arasına sıkışmış olan bu Boşnak köyüne Türk Kızılay’ı yardım götürüyor.
Köyleri birbirine bağlayan ince asfalt yol da bitiyor. Toprak yola giriyor kamyonlar.
Hatta bir tanesi uçuruma yuvarlanma tehlikesi bile geçiriyor.
Saatlerce uğraştan sonra yardım dağıtılacak olan köye ulaşılıyor.
Önceden belirlenmiş olan isim listeleri çıkarılıyor; tercümanlar vasıtasıyla belirlenen isimlere tek tek teslimatlar yapılıyor.
Herkes memnun, herkes mutlu.
Fakat listede olduğu halde bir isme yardım paketi teslim edilmediği görülüyor.
Neden yardım almaya gelmediği soruluyor.
Köylüler o kişinin yaşlı ve kimsesiz bir kadın olduğunu, evinin köyün dışında bulunduğunu, yardım paketini almaya gelemediğini söylüyorlar.
Yardım konvoyunda bulunan ve EUFOR adına bölgede (Kladanj) görev yapan Türk subaylardan ikisi, yardım paketlerini omuzlayıp tarif edilen eve doğru yöneliyorlar.
Kapıyı çalıyorlar… Birkaç dakika sonra oldukça yaşlı bir kadın kapıyı açıyor, Türk subayları uzun uzun süzüyor:
-“Siz Türksünüz… Geleceğinizi biliyordum…” diyor. Eşiğe çöküyor, katıla katıla ağlamaya başlıyor.
Genç Türk subayları kadının yanından geçip omuzlarındaki paketleri eve bırakıyorlar.
Evde gördükleri manzara onları dehşete düşürmeye yetiyor.
Yoksulluğu o an tarif edin deseler dilleri tutulacak. Çeneleri kilitlenmiş olarak dışarı çıkıyorlar.
Eşikte “Biliyordum geleceklerini” diye ağlayan yaşlı kadının yanına oturuyorlar.
Göz yaşlarına hakim olmayı düşünmüyorlar bile.
Biri yavaşça bir türkü mırıldanmaya başlıyor: “Vefalı Türk geldi yine/Selam Türk’ün bayrağına” diye.
Birlikte ağlıyorlar.
3 kıtaya sahip olan Osmanlı toprakların da yaşayan her soydaşımız yıllardır bu an ile yaşamış ve yaşıyorlar.
Sevgili dostlar, şimdi neden, EL BAB, AFRİN, MUSUL-KERKÜK, SURİYE, IRAK topraklarındayız anladınız mı?