Hz. Şems’de her insan gibi ölümü tatmıştır. “Nasıl, ne şekilde, niçin ve neden öldürüldü?” şeklindeki sualler, insanların zihnini senelerce meşgul ede gelmiştir. Şems-i Tebrizî, çıkan siyasi çatışmalar sonucu öldürülerek buraya gömülmüştür.
ŞEMS-İ TEBRİZÎ İLE MEVLÂNA AŞKI
Şems-i Tebrizî Makâlât adlı eserinde; “Allah'a yalvardım. ‘Yarabbi beni kendi velilerinle tanıştır, onlarla yoldaş et’ dedim. Rüyamda, 'Seni bir veliyle yoldaş edelim,' dediler. 'O veli nerededir?' diye sordum. Ertesi gece bu velinin Rum diyarında (Anadolu'da) olduğunu söylediler. Bir müddet sonra tekrar gördüğüm rüyada, 'Henüz vakti gelmemiştir, her işin bir zamanı var,' dediler.”
Şems’in yüreği dağ gibidir. Her gönül, her insan ona yarenlik edecek kadar mertebeye sahip değildir. İnsan her dem kendi seviyesine uygun dostlar arar. Şems ettiği duadan sonra Mevlâna’ya giden yolun kapısı aralanır. Hicri 642 yılında Konya’ya gelir.
Şekerciler Hanı'nda bir odaya yerleşir, Mevlânâ'yı sorar; onun, o sırada Meram bağlarında sayfiyede olduğunu, ikindiye doğru şehre geleceğini söylerler. Şems yol üzerinde beklemekte, sabırsızlıkla Mevlâna'nın yolunu gözetmektedir. Derken vakit gelir, Mevlâna bir katıra binmiş, aheste aheste sürmekte ve kendisine yaklaşmaktadır. Yıllardır içi aşk ve iştiyak ateşiyle dolu olan Şems, katırın dizginine yapışır, selâm verir ve:
“- Hemen söyle bana, der, Hazret-i Muhammed mi daha büyüktür, yoksa Bayezid-i Bistamî mi?”
Mevlâna; “- Bu ne sorudur? der, Hazreti Muhammed (salât ve selâm ona olsun) peygamberlerin sonuncusudur, en yücesidir. Onunla Bayezid arasında ne münasebet var?”
Şems: “- Ama niçin Hazreti Muhammed (s.a.v) hep 'Ya Rabbi biz seni sana layık bilgiyle bilemedik,' dediği halde Bayezid, 'Beni ululayın şanım ne yücedir,' diye öğünmüştür?...
- …!
Mevlânâ, bu sualin heybet ve azameti karşısında kendinden geçmiş, bir süre sonra kendine geldiği zaman, Şems'in elinden tutarak yaya olarak kendi medresesine götürmüş, onunla kırk gün halvette kalarak, hiç kimseyle görüşmemiştir.
Mevlâna Hazretleri, zahiri din ilminde hayli yol katetmiş bir âlimken, manevî, Batınî ilimlerin inceliklerine henüz vakıf değildi o zamanlar. Bu yüzden eyliyaullahtan Bayezid-i Bistami Hazretleri’nin kendini övmesinin, içinde bulunduğu manevi sarhoşluktan dolayı meydana geldiğini, bununla gerçekte kendini değil Rabbi’ni övdüğünü bilemiyordu. İşte Mevlâna Hazretleri Şems-i Tebrizî Hazretleri’nde, bu manevi ilmin, irfanın belirgin izlerini gördüğü için onunla hemhal olmak, ondan bu yüce Allah aşkının sırlarını öğrenmek istedi.
Mevlâna, Şems beraberliği bazı rivayetlere göre aylar sürdü. Mevlâna’yı sevenler, Şems’e kızmakta, onu kendilerinden almakla suçlamaktaydılar. Konya şeyhleri arasında onu çekemeyen bir sofi de: “Yazıklar olsun ki bilginler sultanı Bahaeddin Veled'in oğlu, bir Tebrizli oğlanın arkasından yürümeye başladı. Artık Horasan toprağının yetiştirdiği değerler, Tebrizlilerin uydusu haline geldi.” diye halkı ayaklandırıyordu. Halkın arasındaki bu huzursuzluktan dolayı Şems Konya’dan ayrılır. Şems gidince Mevlâna’ya kavuşacağını zanneden müritleri onu hiç göremez olurlar. Mevlâna Şems’ten haber getiren herkese yalan olduğunu bilse bile hediyeler verir. Bir gün Şam’dan bir mektup gelir. Mektup Şems’e aittir. Mevlâna oğlu Sultan Veledi Şam’a gönderir. Onu tekrar Konya’ya getirmesini ister. “Gidin ey yoldaşlar, dostumuzu bu tarafa çekmeye bakın! Nihayet o kaçak sevgiliyi tekrar bana getirin.”
Mevlâna’nın oğlu Sultan Veled Şems’i ikna eder. Konya’ya ikinci gelişinde, Mevlâna’nın ikinci baharı yaşanır. İnsanlardan uzak bir halvet dünyasına dalarlar.
Ancak bu ikinci geliş hüzünlü ayrılışla biter. Bir gece Tebrîz’li Şems’i dışarı çağıran Mevlâna’nın müritleri, Mevlâna’yı Şems’ten kurtarmak için saldırı planlarlar. Şems, Mevlâna ile vedalaşır. Dışarıda kendisini öldürmek için çağıranların yanına gider.
Mevlâna dışarı çıktığında, kan lekesinden başka bir şey bulunmaz.
ŞEMS ÖLDÜ MÜ, ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?
Şems’in nereye gittiği, nasıl gittiği bir sır olarak dudaklarda kalır. Şems öldü mü, öldürüldü mü, mezarı nerededir.. gibi tartışmalara girmek istemiyoruz. Şurası muhakkak ki, “Her can ölümü tadıcıdır” âyeti mucibince Hz. Şems’de her insan gibi ölümü tatmıştır. “Nasıl, ne şekilde, niçin ve neden öldürüldü?” şeklindeki sualler, insanların zihnini senelerce meşgul ede gelmiştir. Her sene gerçekleştirilen Şeb-i Arûz törenlerinde, bu konu muhakkak medyada gündeme getirilir ve erbapları, Şems’in nasıl ve ne şekilde öldüğü veya öldürüldüğünü bilmelerine rağmen doğrusunu bir türlü söylemekten çekinirler. Daha doğrusu söyleyemezler..
Yazar M. Ali Uz da, “Baha Veled’den Günümüze Konya Âlimleri ve Velileri” adlı kitabında konuyla ilgili şunları ifade eder: “Niğde’deki Kesikbaş Türbesi de Şems’e izafe edilir. Bunlardan ayrı olarak Tebriz’de Geçil denilen mezarlıkta, Hoy’da, Pakistan’ın Multon şehrinde Şems türbeleri veya makamları vardır. Bunlar çeşitli rivayetlerle süslenmiştir. Pakistan’lıların söylediklerine göre de Şems, Konya’dan bir gece yarısı gizlice ayrılmış, önce Tebriz’e oradan da Hindistan’a gelmiş, meczup ve perişan, yıllarca ormanlarda dolaştıktan sonra Multon şehrinde ölmüştür.”
Bilindiği gibi Şems-i Tebrizî, çıkan siyasi çatışmalar sonucu öldürülerek buraya gömülmüştür. Burası Ahî taraftarı Bedreddin Güherşah'ın bağıydı. Daha sonra Karaman devrinde mescidi semâhâne yapılarak burası önemli bir Mevlevî zaviyesi haline getirilmiştir.
Devam edecek.