Türk halkının birçok ilginç özelliği vardır. Bu özelliklerin en başında elbette çok kolay etkilenmemiz ve çoğu zaman da aynı kolaylıkla “dolmuşa bindirilmemiz” gelir.
Türk halkının müteşebbis ruhunda bu kolayca etkilenmeyi görmek olası. Sözgelimi bir ara internet kafe açmak modaydı. Her önünüze gelen yerde mutlaka bir internet kafeye rastlar, hiç ummadığınız, beklemediğiniz kişilerin bile internet kafe işletmek üzere yatırım yaptığına şahit olurdunuz.
Aynı şekilde cep telefonu bayiliklerinde de bir anda salgın hastalık gibi patlak veren bir çoğalma yaşanmıştı. Her beş-on yılda bir Konya’da yaşanan kafe açma hastalığı da benzeri bir durumu işaretliyordu. Sermayesi olan küçük girişimciler, “orijinal” yatırımlar yerine risksiz (“Bk bunlar da açmış. Demek ki kazanıyorlar abi!”), en azından zarar etmeme garantisi olan işlere yöneliyorlardı.
İnsan tabiatına uygun bir durum diyebilirsiniz buna elbette. Ya da “elle gelen, düğün bayram” deyişine uygun bir hareket tarzı olarak da nitelenebilir. Sermayesi olan küçük girişimcilerin bu sermayelerini kaybetmemek için risk almaması da makul karşılanabilir diğer yandan.
Peki, ama benzeri bir tavrı kamu kurum ve kuruluşları gösterirse ne diyeceksiniz?
Lafı dolaştırmanın anlamı yok. Son zamanlarda Konya’da nereden sirayet ettiği belli olmayan yeni bir salgın başladı. Önüne gelen kamu kurum ve kuruluşu “müze” açma hazırlığına giriyor. “Buğday müzesi”, “hat müzesi” vb. tematik müzeler kurulacağını duyuyoruz.
Bizi bilen bilir, müzelere öteden beri soğuk baktığımızı. Müzenin “kültür”ün yaşayan halini değil, ölmüş halini sergilemeye yarayan bir işlev görmesi dolayısıyladır belki de müzelere dair taşıdığımız şüphe ve tereddüt.
Ama son dönemlerdeki salgına gösterdiğimiz tepki, öteden beri müzelere dair taşıdığımız soğukluk, şüphe ve tereddütten daha çok, kültürel birikim ve bina israfına içerlememizden.
Düşünün sözgelimi bir “buğday müzesi”ni kaç kişi ziyaret edip gezecek? Ya da Üçler mezarlığının güney doğu kısmında yapılmış “mezar anıtları müzesi”ni şimdiye kadar kaç kişi gezdi? Mevlana Müzesi, ziyaretçi sayısı bakımından Türkiye’nin daima en çok ziyaret edilen 3 müzesinden biriyken Konya’daki mevcut diğer müzeleri ziyaret edenlerin sayısının toplamı ne kadar?
Demem o ki, kurulacak bir Konya şehir müzesi ya da medeniyet müzesinde sadece birer reyon olabilecek temaları dağınık binalarda ayrı ayrı sergilemeye çalışmanın bir anlamı ve getirisi var mı? Emek ve sermaye israfı, özellikle zaten sınırlı kaynaklara sahip kültürel alanda yoğunlaşırsa, bunu eleştirmemiz normal karşılanmalı.
Biz görmedik, ama anlatılanlara göre Fransızların Louvre Müzesi öyle büyük, öyle zengin envantere, o kadar çeşitli temalara sahip bir müzeymiş ki, üç gün boyunca gezseniz de müzede sergilenen bütün eşyaları görmeye vaktiniz yetmeyebilirmiş.
“Buğday Müzesi”ni gezmeye ne kadar zaman ayrılır? Ya da Karatay Müzesi’nde sergilenen çinileri turistler ne kadar sürede görüyor? Bir turist kafilesinin Karatay Müzesi, İnce Minare Müzesi, Sırçalı Medrese, Arkeoloji ve Etnografya müzelerini gezmek üzere ayırdıkları vakit, bu müzelere intikal sürelerinden daha az ise sıkıntı büyük değil mi?
Öyleyse Konya şehir ve medeniyet müzesi gibi kuşatıcı bir ad altında bütün bu sayılan müzelerdeki eserleri bir araya getirmek, tek bir mekânda sergilemek daha akıllıca olmaz mı? Öyle bir müzede açacağınız eğitim, tarım, gündelik hayat vb. bölümlerde Konya şehrinin kültürel geçmişi daha rahat aktarılamaz mı?
Bizimki bir teklif. 10 ayrı, ziyaretçisi sayısı yılda yüzü bulmayacak müze kurmaktansa, tek bir müzede bu 10 ayrı temayı bir arada toplamak güç mü? Dedim ya, ben müzecilikten ne anlarım ne de müzeciliğe dair izlenimlerim genelde olumludur. Müzeci dostlar bizden daha iyi bilirler. Bizim gördüğümüzü inşallah onlar da görüyordur.