İnsanların bütün işleri, düşünce ve davranışları ya Rahmanidir ya da şeytanidir. Şeytani olanlar Allah’ın razı olmadığı işlerdir, sonunda mutlaka üzüntü vardır.
İsraf (Savurganlık) da faiz gibi Allah’ın razı olmadığı bir davranıştır ve haramdır. Ancak, dünya ekonomisine yön veren batı, “ Tüketim ne kadar fazla olursa, ekonomi de o kadar canlı ve güçlü olur” şekline, dünyayı israfa götüren şeytani bir teoriyi benimsemiştir. Dünya ülkeleri de batıyla birlikte şeytanın tuzağına düşmüştür.
Bu anlayışa göre şekillenen ekonomiler çökmek durumundadır. Nitekim Yunanistan ekonomisi bu yüzden batmıştır. Sarsılmaz sanılan birçok AB ülkesi ve ABD deki ekonomik krizin de asıl sebebi budur.
Bu teorinin ortaya çıkardığı, bu günkü ölçek ekonomisinde insanların aşırı tüketim bağımlısı haline geldiğini ve adeta israfta boğulduğunu görüyoruz. Durumu henüz iyi olan bazı batı ülkelerinin, kurdukları sömürü düzeni ve zenginliğin verdiği rahatlıkla, hala bu teoriyi savunmaya devam ediyor olmaları bizi yanıltmamalıdır.
Onlar bu gidişle günün birinde dünyada sömürecekleri bir şey kalmayacağını veya sosyal patlamaların o sömürü çarkını başlarında paralayacağını unutuyorlar. Allah’ın da bir hesabı vardır. Allah’ın, razı olmadığı bir durum çok uzun sürmediği gibi iyilik de getirmez. Bu ilahi yasa, inanmayanları da içine alır, çünkü evrenseldir.
Tarihler, lüks ve safahat (İsraf) yüzünden batan nice zengin insanların ve ülkelerin örnekleriyle doludur. Peygamberimiz, “Kanaat en büyük zenginliktir.” buyurmuştur. Bu düstur, varlıklı olanlar için de geçerlidir.
Şeytan teorisinin ortaya çıkardığı ölçek ekonomisinde aşırı rekabet ve israf kaçınılmaz oluyor. Şöyle ki, aşırı rekabet kar oranlarını düşürdükçe düşürüyor. Kar oranları düştükçe çaresiz kalan üreticiler sürekli büyümek ve çok aşırı satışlar yaparak sürümden kazanmak zorunda kalıyor. Çok düşen fiyatlar da tüketiciyi tahrik ediyor.
Optimum kapasiteyle kurulmuş işletmeler bile sürekli büyüyemezlerse ömürleri çok kısa sürüyor. Sağlıklı büyümek, ürettiği fazla ürünü satabilmekle mümkündür. Bu ancak tüketimi de o oranda artırmakla başarılıyor.
Bu fırtınanın önüne kattığı firmalar istese de, istemese de sonu gelmez bir reklam yarışına sürüklenmiştir.
Reklam geliriyle ayakta duran medya kuruluşları da kendi içindeki rekabet kızıştıkça daha çok reklam alma çabasına giriyor. Onlar da buna mecbur kalıyor. Reklamlar firma satışlarını artırırken tüketimi de tahrik etmiş, körüklemiş oluyor. Reklamların bu konudaki güçlü etkisi herkesin bildiği bir konudur.
Pazardaki mal bolluğu, çok çeşitli malın bir arada teşhir edildiği göz alıcı vitrinler, çok çekici kampanyalar, kredi kartıyla ödeme kolaylıkları, taksitli satışlar ve akıllara ziyan daha nice ödeme kolaylıkları hep devrede.
Ekonomiyi canlandıran, (Bu haliyle israfı körükleyen) buluşlar; promosyonlar, tüketici kredileri, anneler, babalar, sevgililer günü gibi her gün yenileri eklenen, sonu gelmez, çılgın satış taktikleri şeklinde sürüp gidiyor.
“Alışmak, kudurmaktan beterdir.” Zor ama biz, alışveriş ve tüketim bağımlılığından kurtulmak zorundayız.
Çünkü bu düzen, toplumları tüketim bağımlısı haline getirince, domino etkisiyle kendi kendine işliyor.
İnsanlar borçlu yaşıyormuş, borçlarını ödeyemiyormuş, yuvaları yıkılıyormuş, bu işin sonu iyiye gitmiyormuş, bütün bunlar şeytanın umurunda bile değil. Tam aksine bunlar onu daha çok memnun ediyor.
Çağın yeni problemleri olan şişmanlık, çöp dağları, çevre kirliliği, GDO, doğal dengenin bozulması, doğal kaynakların hızla yok edilmesi gibi birçok sıkıntı da yine bu sistemin getirdiği ölçek ekonomisinin kaçınılmaz sonucu olan aşırı üretim ve aşırı tüketimle ortaya çıkmış baş belalarıdır. Sistemin kendisi dünyanın baş belasıdır.
Ne acıdır ki bu anlayış, insanımızı ekmek gibi hep hürmet edilen bir nimeti bile çöpe atacak hale getirmiştir.
İnsanların doymazlık yanını kamçıladıkça kamçılayan şeytan, bunlarla da yetinecek değildir. Müslüman olmayanlar ya şeytanın varlığına inanmıyor, ya onu iyi tanımıyor, ya da şeytanın düşman olduğunu bilmiyor. Ama biz Müslümanlar bunu biliyoruz. Onun gerçek hayattaki böylesi tuzaklarını da anlamaya çalışmalıyız.
Bilinçli olmazsak şeytan basiretimizi bağlar, israf edilen şeyleri de normal ihtiyaçmış gibi gösterir. Şeytan, kendini gizlemede çok ustadır. Hatta birçoğunu, şeytan diye bir varlık olmadığına, bunun hurafe olduğuna inandırmıştır. Bu durumdakilerin basiretini bağlamaksa şeytan için çok daha kolaydır.
Bu yüzden, olayların içindeki sinsi şeytanı fark edememek çok tehlikelidir. Büyüklerimiz, “ Allah bir insana ceza vereceğinde onun gözüne çoğunu az, azını yok gösterir” demişlerdir. O dilerse bunu şeytana da yaptırır.
“Aslında şeytanın hilesi çok zayıftır.” Ama insan Allah’ı unuttuğu, Ondan uzaklaştığı zaman şeytana karşı korumasız kalır. Artık şeytan onu, sözde çok gerekli, sonu gelmez eksik ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek için deli gibi çabalayan bir dolap beygirine çevirir, ahreti bile unutturur. Ahreti unutansa, haramı- helalı da unutmuştur.
Oysa baksanız belki de bu duruma, henüz eskimemiş koltuklarını yenilemek veya buna benzer eften-püften özentilerini karşılamak için katlanıyordur. Allah korusun, bu durum çok yaygınlaştı ve geleceğimizi karartıyor.
Firmaların ve halkın bu tehlikeli gidişi durdurması çok zordur. Bunu ancak devlet otoritesi yapabilir. Kredi kartlarına getirilen sınırlama gibi güzel uygulamalarla belli ölçüde başarı sağlanabilir. Bu konudaki yayınlar da çok yararlı olabilir. Yeter ki uyanalım. Ama bilelim ki; ipin ucu şeytanla birlikte düşünen batının elindedir.
Onun için bu gibi önlemleri devreye koymadan önce, firmalarımızın elinde mal yığılmasını önleyecek tedbirlerin alınması gerekir. Özellikle de tek başına dış pazar araştırması ve ihracat yapamayan, sadece iç pazara hitabeden, çok sayıdaki KOBİ’yi organize ederek, onlara yetecek ihracatı yapmalarını sağlamak gerekir.