Şeytan, bizim dünya ve ahret mutluluğumuza engel olmaya çalışan, hayatımızda sürekli yer alan, bizim gibi ölümlü olmayan, bize sürekli yanlış yaptırmaya çalışan, önemli bir düşmandır. İnsanları sürekli yanlışa sevk eden odur. Onu iyi tanımalı, günlük yaşamımıza onun yaptığı tipik müdahaleleri fark edebilmeli ve bu daimi düşmanla sürekli mücadele etmeliyiz. Şeytanla yaptığımız veya gerektiği halde yapmadığımız mücadele, dünyadaki ilahi sınavımızın da önemli bir bölümünü teşkil eder.
İnsanı Allah’ın gösterdiği doğru yoldan saptıran odur. Ancak bu durum insanın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. İçimizden geçenlerin hangisi şeytanın sesi, hangisi vicdanımızın veya aklımızın sesidir ayırt edebilmeliyiz. Hiç tereddüt etmeden şeytanın sesine kulak tıkamalıyız. Şeytana karşı koyacak güç ve yetenek yaratılışta bize verilmiş olduğu için hem yasalara, hem de Allah’a karşı yapıp yapmadığımızdan sorumluyuz.
Herkes hayatta iken, her an ilahi imtihanla karşı karşıyadır. İnsan ölünce amel defteri kapanır. Artık tövbe edemez, günah ve sevap işleyemez. Ancak herkese günah ve sevap yazılmaya devam eder. Hayattayken yaptığı bütün iyilik ve kötülüklerin, fayda veya zararları (Bıraktığı izler) kıyamete kadar öldükten sonra da devam eder (36/ 12,45). Örneğin bir cinayetin günahı onu yapana yazılırken, cinayeti ilk icat eden Kabil’e de yazılır. Her cinayet işleyen aynı zamanda cinayet suçunu yaşatmış da olduğu için, daha sonra işlenecek bütün cinayetlerin günahına da ortak olmuş olur ve şeytanı sevindirir.
Başta “Hasene-i cariye” sayılan iyilikler olmak üzere bütün iyiliklerin olumlu etkisi de yine kıyamete kadar sürer. Örneğin 15 Temmuzdaki darbe teşebbüsüne engel olan halk, darbeleri halkın önlemesi konusunda çığır açmıştır. Bunlar, bundan sonraki darbe girişimlerini engelleyecek olan Müslüman halkların sevabına da ortaktır. Onlar da bu güzel geleneği yaşattıkları için, daha sonraki zamanlarda bu yolu izleyenlerin sevabına ortak olacaklardır. Bunlar da şeytanı son derece üzen hallerdir.
Şeytanın ve cinlerin varlığı ayetlerle sabittir. Din bilim insanları ayetle sabit bir şeyin inkâr edilmesi, insanı dinden çıkarır demişlerdir. Şeytan da cinlerdendir. Bazı dini kitaplarda kovulmadan önce kırk bin yıl eğitim aldığı yazılıdır (Örneğin: İbnül Arabi, Şeceret’ül Kevn). Cinler, başka boyutlarda yaratıklar olduğu için onları göremiyoruz. Aklımızı, vicdanımızı, duygularımızı da göremiyoruz ama bunların varlığını inkar edemeyiz. “Sarhoşluk veren şeyler, şans oyunları, Allah’tan başkasına kurban sunmak, gelecek hakkında kehanette bulunmak da şeytan işi pisliklerdir. Ebedi mutluluk için böyle şeylerden de kaçınmamız gerekir” (5/90).
İnsanın beş duyusunun dışında bir de iç duyuları vardır. Dışardan gelen sesleri kulakla, içerden gelen sesleri basiretle duyarız. Örneğin bu darbenin önderine içinden gelen ve ” Halkın iradesi de neymiş. Halk daima güçlüden yanadır. Daha düne kadar bu ülkede 27 Mayıs darbesi bayram olarak kutlanıyordu. Halk darbeyi özledi. Şartlar uygun. Beklediğin an geldi. Artık darbeyi yapmalısın “ gibi şeyler söyleyen ses, şeytanın sesidir.
“Darbe devri kapandı artık. Halk bu konuda bilinçlendi, iletişim araçları çok çeşitlendi ve arttı. Cumhurbaşkanının bir çağrısıyla halk sokağa dökülecek bir halde. Delirdin mi sen? Başaramazsın, bu işten vaz geç!” gibi şeyler söyleyen ses de aklın sesidir.
“Başarsan bile çok kan dökülür. Yazık değil mi bu millete! Bu millet sana ne yaptı? Yediğin ekmek dizine gözüne dursun! Ülke çok geriye gider. Allah bunun hesabını senden sorar!” gibi şeyler söyleyen ses de vicdanın sesidir. İçten gelen bunca rahmani sese kulak tıkayıp, sadece şeytanın sesine kulak vermek de, şeytanca bir ahmaklıktır. Allah’a emanet olunuz.