Türk tahta işlemecilik sanatının şaheseri olan Seyid Mahmud Hayrânî’ye ait sanduka, dönemin Konya’daki Alman Konsolosunun teşvikiyle bir Ermeni tarafından çalınmış, yurt dışına çıkarılırken yakalanarak İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesine’ne kaldırılmıştır.
Seyyid Mahmud Hayrânî ve Nasreddin Hoca
Mahmud Hayrânî ile Nasreddin Hoca arasındaki münasebet daha çok, Nasreddin Hoca’nın Akşehir’i vatan edinmesi hadisesi ile ilgilidir. Nitekim, Köprülüzâde Mehmed Fuad’a göre Nasreddin Hoca, Akşehir’de büyük şöhret kazanan Seyyid Mahmud Hayrânî ve Seyyid Hacı İbrahim Sultan’a intisab etmek için, babasından devraldığı karye imamlığını Mehmed adlı bir halifesine terk ederek Akşehir’e hicret eder (Köprülüzâde Mehmed Fuad 1918: 9; Sakaoğlu 2009: 33). Dolayısıyla yaşadıkları dönem aynı olan her iki düşünürün Akşehir’de görüşmemiş olduklarının imkânsız olmasından hareketle, aralarında bir mürşidlik-müridlik ilişkisinin olduğu tahmin edilebilir.
Seyyid Mahmud Hayrânî ve Sarı Saltuk
Mahmud Hayrânî’nin muhâbere içerisinde olduğu şahıslardan birisi de Sarı Saltuk lakabıyla bilinen Muhammed Buhari’dir. Menkıbevî kimliği tarihî kimliğinin önüne geçen bu şahsiyet, mücahid/veli sıfatlarıyla özellikle Balkanların Türkleşmesi ve İslamlaşmasında etkili olmuştur. Anadolu’da ve Rumeli’de birçok türbesi bulunan Sarı Saltuk, günümüz alevî ve sünnî kesimler tarafından da sahiplenilen bir alp-erendir. Bazı kaynaklarda, Seyyid Mahmud’un, Gaziyan-ı Rûm taifesinden olan Saru Saltuk’a izhâr ettiği kerametle onu tasavvuf yoluna sevk ettiği belirtilmektedir. Rivayete göre, Sarı Saltuk Akşehir’de çobanlık ederken, erenlerden Mahmud Hayrânî’e rastladı. Mahmud Hayrânî ondan biraz süt istedi. Sarı Saltuk’un verdiği sütü içip kalanını ona uzattı. Saltuk, bu sütü içtikten sonra erenlere karıştı (Müneccimbaşı 2001: 110). Yine bu rivayetin bir uzantısı olarak bazı araştırmacılar Kırım’da ve Rumeli’de Tatarları Müslüman yapan Akşehirli bir gazi mürşid/alp eren olarak kabul edilen Sarı Saltuk’u, Seyyid Mahmud Hayrânî’ın halifesi olarak zikrederler (Gölpınarlı 1971: 24; Togan 1981: 269; Gölpınarlı 1982: 27-41).
Seyid Mahmud Hayrânî Türbesi
Nasreddin Hoca ve pek çok Türk-İslâm âliminin hocası olan Seyyid Mahmut Hayrânî’nin türbesi,
Sultan Dağı’nın eteklerinde, Anıt Mahallesindedir.
Türbe dört köşe bir temel üzerinde yapılmıştır. Bunun üzerine içi yuvarlak, dışı mahruti küçük kubbe kemerler yerleştirilmiştir. Tuğla kesimler rengârenk çinilerle süslenmiştir. Gövde on sekiz dilim olup tuğladan yapılmıştır. Tuğlanın üzerleri çinilerle kaplı imiş. Gövde üzerine yedi dilimden oluşan meşhur çadır kubbe yerleştirilmiştir.
Büyük sanat özelliği taşıyan S. Mahmud Hayrani Türbesi’nin daha sonra yapılan Mevlana türbesine örnek olduğu ve aynı mimarın elinden çıkmış olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. Türbenin şu anda mevcut olmayan zaviyenin bünyesinde olduğu tarihi kaynaklardan anlaşılmaktadır. Binanın bulunduğu alan yaklaşık üç dönümlük bir mezarlık olduğu halde, 1930'lu yıllarda mezar taşları kaldırılarak, bu alan park olarak düzenlenmiştir. Yapının birinci bölümü, yerden 5,50 metre yükseklikte ve kenar uzunlukları 8,50 metre olan kare planlıdır. Kuzey duvarının ortasında büyükçe bir kapısı, diğer üç cephede ise birer penceresi vardır. Duvarlarda Roma ve Bizans dönemine ait devşirme taşlarla birlikte moloz taş kullanılmıştır. Bu mekânın üzerindeki saçağın gerisinde yükselen ikinci bölüm, tuğladan inşa edilmiş olup 16 kenarlıdır. Altta, tuğla ile yapılan balıksırtı ve kilit örgü şeklinde yapılan dikdörtgen çerçeveler içerisindeki sivri kemerli nişler mevcuttur. Bu nişlerin içindeki çiniler süslemeler birbirinden farklıdır. Bu bölümün üzerinde sivri kemerler üzerine yerleştirilmiş eşkenar üçgenlerden oluşan bölüm vardır. Buradan 2,25 metre yüksekliğindeki 16 dilimli, aynı zamanda iç kubbeyi de saran yine tuğla ile yapılmış üçüncü bölüme geçilmektedir. Bu gövdenin yukarısında ise hangi tarihte yapıldığı bilinmeyen bakır kaplamalı piramidal külah yer almakta iken; Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından 2005 yılında yaptırılan restorasyon sırasında bakır kaplama sökülmüş, çok tahrip olmasına rağmen alt bölümdeki dilimlerin ve dilim aralarındaki çinilerin külahta da devam ettiği, anlaşılmıştır. Üç tane yatırın bulunduğu iç mekânda ise mevcut çimento sıva sökülerek duvarlar horasan sıva, kubbe horasan derz yapılmış, kapı ve pencere doğramaları yenilenmiş, elektrik tesisatı yenilenmiş, badana ve vernik imalatından sonra ziyarete açılmıştır.
SANDUKASI
Türbede mevcut, Türk tahta işlemecilik ve oymacılık sanatının şaheseri olarak kabul edilen üç veya dört sanduka, Konya’da oturan Alman Konsolosunun teşviki ile, bir Ermeni tarafından çalınmış, bunlar yurt dışına çıkarılırken ikisi yakalanarak İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesine’ne kaldırılmıştır.
Sanduka kitabesinin Türkçesi şöyledir: “Velilerin kutbu mesut şehit, merhum ve mağfur senedim ve efendim Seydi Mahmud İbni Mesut 667 H. 1268 M. yılında ölmüştür. Allah’ın geniş rahmeti üzerine olsun.”