Yeni nesil pek bilmese de futbola biraz ilgisi olan eskiler bilir: Cezayir asıllı Fransız bir futbolcu vardı: Zinedine Ziyade. Futbol kariyeri başarılarla dolu bu futbolcu FİFA tarafından 1998, 2000 ve 2003 yıllarında yılın oyuncusu, 2004’te de UEFA tarafından yapılan bir internet oylamasında son 50 yılın en büyük futbolcusu seçildi.
Orta sahada oyun kurucu olarak görev yapan Zidane, oynadığı oyunun yanında efendiliğiyle de nam salmış bir futbolcu iken 2006 yılında Fransa-İtalya arasında oynanmakta olan Dünya Kupası maçında rakip futbolcunun göğsüne kafa atarak kırmızı kart gördü ve oyun dışı kaldı. Gördüğü kırmızı karttan dolayı 5 maç ceza aldı ve başarılarla dolu futbol hayatını noktaladı.
Maçı yöneten hakemin Zidane’ye kırmızı kart göstermesi yerinde bir karardı. Hakem gördüğüne düdük çalmıştı. Maçı siz yönetseniz siz de kırmızı kart gösterirdiniz bu harekete. Çünkü maçta Zidane rakibe kafa atmış, şiddet uygulamış ve suçluydu. Maçtan sonra Zidane, “Rakip futbolcunun formasından tuttuğunu, kendisine ‘Formamı çok istiyorsan maçın sonunda veririm’ dediğini, İtalyan futbolcu Marco Materazzi’nin ise ‘Fahişe olarak kız kardeşini tercih ederim’ dediğini ve bunun üzerine kafa attığını” açıkladı. Maçın üzerinden bir yıl geçtikten sonra bir açıklama yapan Materazzi, Zidane’nin iddiasını doğruladı.
Şimdi kafa atmayı değerlendirirsek tamam rakibe kafa atmak doğru değil, cezası direk kırmızı karttır. Çünkü Zidane suçludur. Ayrıca bu hareketin savunulacak bir tarafı yok. Burada sormamız gereken bir başka soru daha var: Suçlu sadece Zidane mi? Rakip futbolcunun suçu yok mu? Materazzi’nin söylediği yenilir yutulur cinsten mi? Kız kardeşinize biri fahişe dese bu durumda siz ne yaparsınız? Tebrik ederim sizi mi dersiniz yoksa “En güzeli sabır” deyip çeker gider misiniz? Burada İtalyan futbolcu Materazzi, verdiği cevapla Zidane’yi tahrik etmiştir. Bildiğim kadarıyla bu tahrikten dolayı bu futbolcu ceza almadı.
Şimdi Zidane ve Materazzi arasında maç esnasında cereyan eden bu olayı aklımızın bir köşesine yazalım. Kendi kendimize bir soru soralım: Tüm şiddetlerde bir tahrik yok mu? Şiddet uygulayan kadar tahrikçinin suçu yok mu? Hiçbir şey yokken durduk yerde şiddete başvuran bir insan yüzde yüz hastadır ve tedaviye muhtaçtır. Teşbihte hata olmasın, şiddeti savunduğum, onu haklı bulduğum falan çıkarılmasın buradan. Bana göre bir yerde şiddet varsa onun tahrikçisi de vardır. Hatta bizim yargımızda ceza indirimlerinden biri de suçta tahrik olup olmadığıdır. Mutlaka tahrik hesaba katılır. Özellikle siyasi cinayetlerde katil bulunsa da yargı, bu cinayetin azmettireni kimdir sorusuna cevap bulmaya çalışır. Bunun için tarafları dinler, iz sürer, çapraz dinleme yapar, sonunda bir karar açıklar. Hatta azmettiren daha fazla ceza alır.
Nereye gelmek istiyorsun derseniz ülkemizde malumunuz şiddet eksik olmuyor. Bu şiddet ister kadına, ister çocuğa vb olsun şu ya da bu şekilde devam ediyor. Devlet ricali başta olmak üzere hep birlikte şiddet uygulayanı telin edip cezalandırma yoluna giderken bu şiddet olaylarında tahrikin olup olmadığını da araştıralım. İnsanları tek taraflı yargılayıp asıp kesmeyelim. Şiddet uygulayanı yerin dibine geçirirken diğer tarafa sadece mağdur gözüyle bakmayalım. Şiddet uygulayanı idam sehpasına çıkarmadan önce şiddete maruz kalanın da ne yaptığını sorgulayalım. Dayakçıya haklı olarak ceza verirken mağdura da “Sen şöyle yapmak/davranmak suretiyle suçlusun” diyelim.
Anlatmak istediğim şiddet olaylarında sadece sonucu tartışmaktan ziyade sonuca giden evreleri de dinlemekte fayda var. Çünkü tek başına sonuca odaklanmak bizi sağlıklı sonuca götürmeyebilir. Amaç bağcıyı dövmek değil, üzüm yemekse şiddet olayını enine-boyuna irdelememiz gerekiyor. Bu şiddet olayını kıssadan hisse diyebileceğimiz bir fıkra ile bitirelim. Hem gülelim hem de düşünelim: Nasrettin Hocanın kızı ‘Kocam beni dövdü’ diye ağlayarak eve gelir. Hoca önce kızını dinler. Bakar ki kızı suçlu ve hoca evliliğin devam etmesini ister. Ardından bir tokat da hoca atar kızına ve ona ‘Git o kocana söyle! O benim kızımı döverse ben de onun karısını döverim’ der.