Dil yaşayan bir varlıktır, canlıdır. Tıpkı insanoğlu gibi tek başına yaşayamaz, yerinde sayamaz, kendini dış etkenlerden soyutlayamaz. Başka dillerle etkileşim halindedir. Daha açık bir ifadeyle her dil başka dillerden kelimeler alır, başka dillere kelimeler verir. Hal böyleyken ve aynı durumlar Türkçemiz için geçerliyken ve yakın zamanlarda Türkçemizin başından çok işler geçmişken bu hakikat, kendi içimizde farklı tepkilerle karşılanır. Özellikle belli kesimlerde Arapça-Türkçe etkileşimi/irtibatı hususunda nefret duygusu hakimdir. Halbuki Arapça’dan kelimeler almışız, vermişiz; başka dillerle olduğu gibi.
Cumartesi günü TYB Konya etkinliğinden bahsediyoruz, birkaç gündür. Söyleşinin haberleri, değerlendirmeleri, katılımcı hocalarımızın metinleri derken bugünkü yazımızla bu mühim konuyu/söyleşi etkinliğini noktalıyoruz.
&&&
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Sena Küçük; tiyatro, mitoloji, çocuk dergileri vd. gibi alanlarda yaptığı çalışmalarla biliniyor daha çok. Sena Hoca dilimizin yabancı dillerle irtibatı hususunda şiir odaklı bir konuşma yaptı, Türk şiirinde yabancı dillerin etkisini pek çok şiirle izah etti. Türkçemizin meseleleri ile alâkalı yoğun bir mesaide arasında şiirle yolculuk adeta nefes aldırdı.
“Yabancı ya da yabancılık kavramı kendi dışında bir olguyu imler. Başlangıçta yabancı olan bir unsur zamanla öz benliğin parçası hâline gelebilir. Bu bakımdan bir olguyu, imgeyi, kelimeyi yabancı olarak nitelendirirken bir derecelendirme yapmak gerekir.” cümleleriyle ‘yabancılık’ kavramının izahı ve ikazı ile başladı konuşmasına Sena Küçük. Sonrasında “Edebiyatımızda yabancı dilin kendini en çok hissettirdiği tür şiirdir.” İddiası ve izahı üzerinden şu bilgileri verdi Sena Küçük; “Çünkü şiir söyleyişe dayanır, dilin imkânlarını en üst seviyede kullanabilmeyi zorunlu kılar. Dili kıvrak, külfetsiz ve etkileyici kullanabilmek şairliğin temelidir. Şairlerin söyleyişi etkili kılmanın bir yolu olarak yabancı dil unsurlarına başvurmaları yaygın bir tutumdur, diyebiliriz. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Öncelikle şiir bir nevi giz sanatıdır ve anlamı kapalı bir ifade şiire güç verir, geniş bir çağrışım alanı sunar. Böylelikle şiirin anlam dünyası zenginleşir. Kendi diliyle sınırlı kalmamak şaire kolay söyleyiş imkânı verir. Metinlerarasılık yöntemi eseri bir bütünün parçası kılmada da şairler için tercih sebebi olsa gerektir. Edebiyat ortamında kültürü olduğu gibi dili de ortak/evrensel bir unsur olarak görme eğilimi olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Fakat bu konuda eleştirel tutumlar da söz konusudur.”
Cemal Süreya’nın şiiri tam da meselenin özüne uygun ve ironi yüklü; “Beş dil biliyormuş ünlü kişi/ Ünlü ve saygıdeğer/ Bir de Türkçe öğrense/ Altı eder.” Şairin kulak çekmesi böyle olur!..
Daha sonra Tanzimat dönemi şiirinden hareketle; “Edebiyatımızda yabancı dil konusundaki duyarlığın Tanzimat’la birlikte başladığı görülür. Tanzimat romanının temel izleklerinden olan yanlış batılılaşmanın “şık” olarak kalıplaşan tipik kahramanlarının başta gelen özelliklerinden biri, Fransızca konuşmayı bir üstünlük saymaları ve Türkçe konuşurken cümlelerin arasına Fransızca kelimeler karıştırarak konuşmayı marifet saymalarıdır. Bu bağlamda ilk akla gelen örnek, Ahmet Midhat’ın Felatun Bey’le Râkım Efendi romanındaki Felatun’dur.”, Servet-i Fünun’la ilgili de; “Servet-i Fünûn edebiyatına geldiğimizde, eleştirilen husus, Tanzimat romanında eleştirilen bu hususun bir üslûp özelliği hâline gelmesidir. Servet-i Fünûn hareketi içinde yer alan Ali Ekrem Halit Ziya’yı diline Fransızcanın özelliklerini katması dolayısıyla eleştirir. Aynı gerekçeyle “Türkçe yazarken İngilizcenin mantığıyla yazmasını “İngilizce yazmak” olarak değerlendirdiği Halide Edip’i de eleştirir. Servet-i Fünûn şiirinde Fransızcanın edebiyatımızdaki en belirgin izini Tevfik Fikret’in “La Dans Serpantin” adlı eserinde takip etmek mümkündür. Şair yılankavi bir dansı betimlediği şiirini Fransızca adlandırmıştır. İşte bu şiirden bir bölüm; “Mahmûr u müzehher, mütelevvin, mütenevvir,/ Bir fecr-i bahârî gibi zulmetler içinden/ Reyyân-ı tebessüm doğuyor; şimdi muayyen/ Bir şekl-i sehâbîde melekler gibi tâir/ Derken müteğayyir, /Bin hey’ete birden giriyor, berk-i hırâmı (süzgün, edalı yaprak)/ Hatfeyliyor (ölmek) enzâr-ı heves-dâr-ı garâmı…”
Sıra İkinci Yeni’dedir; “Türk şiirinde yabancı dilin etkisinin belirgin olarak gözlendiği diğer bir dönem İkinci Yeni’dir. Bu özelliği İkinci Yeniciler’in “Her şeyi yeniden adlandırmak” ilkesi tam olarak açıklar. Yeni bir şiir kurarken dili de yeniden yapılandıran ve bunun için hiçbir ögeyi dışlamayan İkinci Yeniciler yabancı dil konusunda da esnek bir tutum sergilerler. Bu bağlamda dünya görüşleri farklı iki ismin şiirlerinde benzer sonuçlar bulmak şaşırtıcı değildir.” Sena Hoca Cemal Süreya ve Sezai Karakoç’tan örnekler verir bu konuda: Cemal Süreya’nın ‘Dikkat Okul Var’ şiiri yabancı dil unsuru söyleyişi etkili kılma açısından örnek verilirken; ‘Bilgisayar Olarak’ şiiri de yabancı dil ögesi atmosfer oluşturmada etkin kılınmıştır, bir kelimeyle yabancı bir ülke şiire dâhil olmuştur.
Sezai Karakoç’un Mona Roza’sında; yabancı isim şiire gizem katmakta, aynı zamanda geleneksel ögeyi evrensel düzlemde ele alma imkânı vermektedir. ‘Lili’de ise şiirdeki eleştiriyi ve insanlık dramını/durumunu genelleştirme / evrenselleştirme işlevi görmektedir.
Konuyla alâkalı Sena Küçük’ün aktardığı pek çok örnek var, Sezai Karakoç’un ‘Hızırla Kırk Saat’ini anmadan ve bir bölümünü aktarmadan geçmeyeyim.
‘Hızırla Kırk Saat’te Hz. Muhammed’e vahyin gelişiyle insanlara hak dinin tebliği ve ayın ikiye bölünmesi hadisesi söz konusu edilir. Şiirin ‘Batı Korosu’ bölümünün baştan iki dörtlüğü tamamen Fransızcadır ve Türkçesinden de anlaşılacağı gibi Doğu – Batı karşıtlığını belirginleştirme çabası söz konusudur burada; “O les évils et réveils des rêves des abeilles du matin/ Les cas de seperation de nous des nuits de Satan/ Les crepuscules des hommes incarnes des sultans/ Ressuscites des jardins argentins du temps de l’Ottoman/ La lune est la seule souveraine des deserts fremissants /Descend et monte sur les chameaux fluorescents fleurissants/ Une verite pour l’humanite connaissante/ Pour la cite propheetique un licite document”
(Ey sabah arılarının rüyadan uyanışı, bizi şeytansı geceden kurtarışı, alacakaranlığın sultanları sıradan adama döndürüşü, Arjantin bahçelerinin Osmanlı toprağından yeşermesi/ Ay, titreyen çöllerin tek hükümdarıdır; çiçek açan ışık develerine binen, bilen insanlık için bir gerçek, peygamberliğin göstergesi…)
Karakoç’un şiirlerinde bolca mitolojik isim ve Batılı isimler de geçmektedir; Homeros, Orfeus ve Pan, Merih, Helen, Lete, Ay, Zühre, Merih, Utarit; Kafka, Camus, Sartre, Heidegger, Kierkegaard, Schopenhaur, Nietzsche, Faulkner, Van Gogh, Chagall…
Sena Küçük’ün bizlere misafir ettiği bir başka şair ise Fazıl Hüsnü Dağlarca. Dağlarca hakkında; “Şiirlerinde bir üslûp özelliği olarak yabancı dil unsurlarına yer veren şairlerin yanında buna mesafeli duran şairler de vardır. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, şiirlerini adlandırırken dili son derece esnek kullanmasına karşın yabancı dile itibar etmediği görülmektedir. Meselâ dili; “Yeşillez”, “Yeşillez”, “Sürez”, “Yüzbingen”, “İkigen”, “Birgen”, “Görmesiz’ler”, “Türkü Parlayan”, “Yok Kişi”, “Daröte”, “Üçmüşük”, “Darel”, “Varlama”, “Engöksessizliği”, “Yoksu”, İşöpü” (Haydi II kitabı) gibi kelime ve ibareler uyduracak kadar esnek kullanmakla birlikte, çok sayıda şiiri içinde yabancı dilde bir başlığa rastlamadık.” Der Sena Hoca ve örnekler aktarır.
Behçet Necatigil’in şiirlerinde görülen yabancı dil unsurları ise terimler ve mitolojik isimlerde yoğunluk göstermektedir.
Sena Küçük’ün verdiği bilgilerin yanı sıra Cahit Zarifoğlu’ndan Ali Ayçil’e daha pek çok örnek şiir var ama mütevazı bir köşe yazı sınırları içinde bunları aktarmam imkân dahilinde değil.
TYB’nin cumartesi söyleşilerini takip etmekte fayda var.
‘Güzel ve mukaddes Türkçemize emeği geçen herkes başımızın tacıdır’ diyerek üç gündür devam eden ‘Edebiyatımızda Yabancı Dil’ odaklı yazılarıma nokta koyayım…