Biliyorum en kötü başlığı attım. Bu başlığı yazarken Mevlana’nın “şikâyetçi kötü huyludur, iyi huylu şikâyet etmez, idare eder” sözünü de hatırladım. Böyle de olsa şikâyetçiyim.
Bazen öyle bir duruma geliyorsunuz ki, olaylar kontrol edilemiyor, insanın tahammül gücünü aşıyor, kuş elden uçuyor, ancak şikâyetten başkaca da çareniz kalmıyor. Diğer taraftan da şahsınız veya savunduğunuz değerleri birileri anlamıyor veya bu değerleri küçük görmeye çalışıyor. Derler ya, içiniz yanıyor, yüreğiniz kanıyor, şahsınız bir yana ülkesel çapta büyük kaybediyorsunuz.
Çözüme gücünüz yetmez ise ya içinize atıyor dertleniyorsunuz, boşalmak istiyorsunuz. İdareciler kolayı seçiyor, sorumluluk almak istemiyor, aksine atılımları engellemeye çalışıyor.
Ardından şikâyet başlıyor. Bilmeniz yetmiyor, bildiğiniz de karşıdakinin anladığı kadar oluyor. Bu da sıkıntı veriyor, zira çabalarınızın çoğu boşa çıkıyor.
Şikâyetçiyim anlaşılamamaktan ve anlamayanlardan.
Şikâyetçiyim çokbilmişlerden, muhakemesizlerden.
Şikâyetçiyim, makamının hakkını vermeyip yetkisini kullanmayanlardan.
Şikâyetçiyim, birilerinin adamı olarak hak etmediği göreve gelenlerden.
Şikâyetçiyim yağcılardan, makamında yağcılıkla duranlardan.
Daha pek çok şeyden şikâyetçiyim ama hepsini dile getiremeye sayfalar da zaman da yetmez.
Üstlendiğimiz görev eğitim olsa da tarımın stratejisi gereği suçlanan meslekler arasında biz de varız. Bu yüzden de tarımda yapılan her türlü yanlışlardan bizi de sorumlu tutuluyoruz. Tüm meslek erbabı her an gözlem altında. Bilen de bilmeyen de konuşuyor, detaya inmeden acımasızca eleştiriyor. Ancak mesele dışı insanların yorumları değil, biz tarımcıların, özellikle de idarecilerin yetersizliğidir.
Konuyu biraz daha açalım. Yağışın yetersiz ve su arzında azalma olduğu alanlarda ciddi sorunlar var. Olayın yansımasını gören birisi olarak da, suyu daha az kullanan, ekonomik değeri yüksek bitkilere de yer verilmesini gereğini savunuyorum. Örnek olarak da kuru alanlarda buğday veya arpa gibi bitkilerin yanında, değer açısından en az onlar kadar hatta onlardan daha yüksek değere sahip bitkilerin de münavebe de yer almasının gerekçesini, tarım tekniği ve ekonomisi açısından savunan biriyim. “Bir yerde ürün çeşitlendirilmesi var ise o beldenin tarımı o kadar garanti altındadır” diyorum.
İnsanın bunu bilmesi, günümüzde pek de geçerli olmayan bir deyimin (buğday ile koyun, gerisi oyun) savunuculuğunu yapması kendini yenilememesi demektir. Bu haliyle de hem ülke ekonomisinin, hem de tarım tekniğinin vazgeçilmezi olan ürün çeşitlendirilmelerine muhalefet etmiş olur. Buğday-koyun tezin yerine özellikle idareciler “tarım ve üretim” merkezli bir hedef ortaya koyması gerekir.
Bunlardan birisi de Konya Tarım İl Müdürü. Bu arkadaş yıllardır üzerinde çalıştığı ve ülke tarımına kazandırdığım aspir bitkisinin ülke ekonomisine yararını bir türlü algılayamıyor veya yanlış tezlere dayalı olarak bilmiyor. Doğrusu, bir münavebe sistemi içerisinde birim alanda en yüksek geliri veren bitkilerin bu sistemde yer almasıdır. Bazı yıllarda olduğu gibi kuraklığa bağlı olarak hasat edilemeyen hububatın sorumluluğu ve vebali monokültür üretim sistemini savunanların üzerinde olacaktır. Bize düşen tüm meslek erbabı doğruları söylesin, insanımız ürün tercihini kendisi yapsın demesidir.
Konumum gereği insanların idari konularıyla ilgili yeteneklerini tartışmaya hakkım yok. Ancak tarımın özünü tartışma söz konusu olduğu zaman iş değişiyor, yanlışları sonuna kadar söylemeye de hakkımız oluyor. Her zaman nazik bulduğum bu delikanlıya tavsiyem, kaynağı yanlış olan konulara girmeden idarecilik görevini yapması ve akıl, bilim ve tecrübeye dayalı bir anlayışla sadece üretimin sözcüsü olmasıdır. Aksi durum sektöre ve ekonomiye zarar, muhaliflere söz hakkı verir.