Bir önceki yazımızda dedim ki: “Bayanlar baylar! Ülkemiz zor süreçlerden geçiyor. Bu vatan, bu bayrak, bu din hepimizin… Birileri kendi çıkarları için bu değerlerimizi tanımadan yılmadan saldırıyor. Şu üslubunuza, tavırlarınıza dikkat edin lütfen! Yangına körükle gidiyorsunuz.”
Doğrusu bu konuda çok hassas düşünmek gerek. Vatan diyorum vatan… Savaşta ve barışta diğer uluslara karşı en hassas çizgimiz olan vatan… İş çığırından çıktı. Bu bir soğuk harp… Düşmanın nereden geldiği belli olmayan…
Vatan, insanların isteyerek ve canı pahasına bir yaşama arzusu ve yaşatma duygusu ile dopdolu, ona hizmet aşkıyla yanan bir meşale, ayrıca geleceğe açılan pencere değil miydi? Bütün bu gayret ve inanç, bahara uyanan dünya adına ümitleri kamçılayan kararlılık içinde güven barınağı değil miydi?
Asırlara meydan okurcasına aynı ülkede bir arada bulunan insanların, bu mukaddes duygulara dayanan bir vefa borcu olduğunu unutamaz ve ömrünün her deminde yaşatma isteği ile inançla yaşar, yaşatır. Bunun için her türlü sıkıntı ve mahrumiyete göğüs gererek, bayraklaştırdıkları Kutsi bir davayı, muhtaç ve liyakatli gönüllere ve geleceğe ulaştırmak için huzurla taşınır.
”Bana ne” diyemezsiniz. «Bu insanlar artık yoldan çıkmış. Bu cemiyete doğruyu kabul ettirmek mümkün değildir. Bir kaç kişinin çalışmasıyla bunlar düzelmez» diyemezsiniz. Ülkemizi yangın yerine döndürdüler de, küllerinden yeniden doğmadık mı?
Sahildeki küçük bir köyün tüm balıkçılar, birlikte denize ' açıldıkları o kış gününün akşam saatlerinde şiddetli bir fırtınaya tutuldular. Hava giderek kararınca ise yönlerini yitirdiler, köylerine geri dönemediler.
Köydeki tüm anneler, eşler, çocuklar ve sevgililer, tüm gece boyunca kimi zaman ellerini çaresizlikten ovuşturarak, kimi zaman dua etmek için göğe açarak sahilde bir aşağı bir yukarı dolaştılar. Bu çaresizlikleri yetmiyormuş gibi birde içlerinden birinin kulübesinde yangın çıktı.
Tüm erkekler balığa çıktıklarından köyde yangını söndürebilecek tek erkek yoktu. Kulübe, herkesin gözleri önünde yandı, yandı ve tümüyle kül oldu. Gün ışırken sahildeki hüznün yerini biranda coşkun bir sevinç aldı.
Balıkçı tekneleri ufukta görülmüştü, dönüyorlardı. Bir kadın dışında tüm köy halkı, sevinçten birbirine sarılıyor, Allah'a şükrediyordu. Köyün sevinemeyen bu tek kadın, gece kulübesi yanan balıkçı eşiydi.
Balıkçılar karaya ayak basarlarken coşkulu tüm kadınların aksine o, ağlayarak gitti eşinin yanına: "Mahvolduk, mahvolduk" dedi. "Evimiz, içindeki tüm eşyamızla ve yiyeceğimizle birlikte yandı, kül oldu."
Balıkçı, hıçkırıklar içinde ağlayan eşine sarılarak şöyle dedi: "Allah'a binlerce şükürler olsun kulübemizde o yangın çıktığı için" diye yüksek sesle haykırdı. "Fırtınanın ortasında kalmış, denizde kaybolmuştuk" dedi. "Sahilde yanan kulübemizin alevlerinin ışığı sayesinde yolumuzu bulabildik ve ancak o sayede kurtulabildik, köyümüze dönebildik... "
Evet, bu hikâyeden ben şöyle bir ders çıkarıyorum. Bırakın saldırmaya devam etsinler de, onların sayesinde dostu-düşmanı tanıyalım!
Selam ve muhabbetle…