“Arada bir kedi eziyorsun. Sonra bir sincap. Sonra bir kirpi. Sonra köpek. Sonra ne olduğu anlaşılamayan şey. Sonra bir gelincik. Geç. Bir tilki. Geç. Bir kaplumbağa. Geç. Bir tavuk. Geç. Bir kertenkele. Geç geç. Bir yılan. Geçiniz. Bir kunduz. Geçiniz. Bir ceylan. Bir gelincik. Onu da geçiniz. Bir inek. Geç. Bir koyun. Geç. Bir devekuşu. Geç geç geç. Bir ejderha. Geç geç.
Bir Zümrüdüanka eziyorsun.
Geçiyorsun.
Bir gergedan eziyorsun.
Geçiyorsun.
Yeryüzünün gerçek tanrıları tekerlerinin altında, bağırsakları dışarıda. Herkesle beraber irili ufaklı kan lekeleri bıraka bıraka ardında işe gidip geliyorsun.”
Bu metni Mine Söğüt’ün “Gergedan-Büyük Küfür Kitabı”ndaki “Sokakta” öyküsünden aldım.
Söğüt’ün yeni kitabı “Başkalarının Tanrısı”nın bugünlerde Can’dan çıktığını bir yerlerde görünce onun hakkında uzun zaman önce yazdığım son yazıyı “Bir daha okur muyum? Asla” şeklinde bitirmem aklıma geldi. “Gergedan - Büyük Küfür Kitabı” hakkındaki o yazım, Mine Söğüt’ün edebi kimliğini ve zihniyetini özetliyordu. Söğüt’ü tanımayan, duymayan, okumayanların epeyce bir fikir elde edeceği tahliller içeriyordu o yazı, tekrar bahsedilmeye değer bence.
İlk elden şunu söyleyeyim. Mine Söğüt özellikle Cumhuriyet’teki yazılarında hayata ve dine bakışını, ideolojik tutumunu açık açık dillendiriyor. Bu konularda duyguları, daha doğrusu nefreti öyle yoğun ki kurguya dayalı kitaplarında da tavrının izleri takip edilebiliyor. Benim o zamanlar değerlendirdiğim “Gergedan” adlı öykü kitabının alt başlığı ‘Büyük Küfür Kitabı’ nasıl bir metinle karşılaşacağımızı izlerini taşıyor adeta.
Madem durum bu, neden yazıyorsun, reklâmını yapmıyor musun diye düşünebilirsiniz. Ben de derim ki, hakikati bulmanın ve ikna etmenin en tesirli yolu yanlışları da iyi bilmekten geçer. Yanlışın mahiyetini ve dayanaklarını bileceksin ki, doğruyu ikna edici şekilde izah edelim.
O kitabı okumadan önce internette yazar hakkında küçük bir araştırma yaptığımı da hatırlıyorum. Özetle şöyle bir profil çıkmıştı karşıma; “Ermeniler, Yahudiler, eşcinseller, evlenmeyenler, anne olmayanlar, Allah’a inanmayanlar iyidir, bu toplumda ezilmektedirler, düşüncelerini rahatça ifade edememektedirler, bunlar çağlarının yaşadıkları toplumun çok ilerisinde düşünmektedirler ama millet genel olarak cahil ve faşist olduğundan bu değerli insanları ve değerli fikirlerini(!) anla(y)amamakta, yetmiyormuş gibi bu kıymetli insanları rahat bırakmamakta, özgürlüklerini savundurmamaktadırlar. Bu yüzden bu güzel insanlara ve fikirlere(!) karşı çıkanlar kötü insanlardır, faşisttirler.”
Kitaptan eşcinsellerin, gaylerin de büyük sıkıntı içinde olduklarını, tercihlerini özgürce yaşa(y)madıklarını, kimsenin bunları anlamadığını öğreniyoruz(!) Mine Söğüt zaten çeşitli mecralarda aile kurumunun faydasına inanmadığını da sıkça vurgulayan bir yazar. Ona göre erkekler anlayışsız, tabir-i caizse kıro, kadınlarsa ezilen, haksızlığa maruz kalan mağdurlar. İsteyen istediğini düşünmekte özgür ama saygılı bir dil kullanmayı da bilecek insan.
Söğüt’ün Cumhuriyet’tekibir yazısının başlığını hatırlıyorum: ‘Elhamdülillah Türk Değiliz’. Öyle ironi, ima, tedirginlik falan yok, direkt; başlık neyse içerik de o. Yani diyeceğim aile kurumuna, kutsallara, milletine, tarihine, değerlerine yabancı hatta bunlardan nefret eden, üstelik bunları vurgulayıp durmaktan çekinmeyen bir isimle karşı karşıyayız.
Gergedan(Büyük Küfür Kitabı) bazı öykülerin başlıkları aslında her şeyi özetler mahiyette: Aile Ölüyor, Ablamın Cesedi, Kadınların Derisini Yüzen Adamların En Yakışıklısı…
Sadece başlıkla yetinmeyelim, öykülerden alıntılar da yapalım…
“Annemi sevmiyorum. Babamı sevmiyorum. Çocuğumu sevmiyorum. Onlar da beni sevmiyorlar. Kutsal aile tapınağında kesilip duran bir kurbanım.”
“Her şeyden, Allah’tan, devletten, toplumdan ve babamdan ve annemden ve kendimden korktuğum için yapmadığım, yapamadığın şeylerin neticesinde katlandığım bu hayatı kendi hayatım sanmam ve bana böyle bir hayatı reva gördüğüne inandığım Alah’a sığınmam, ondan(O’ndan-YAÖ) medet ummam üstüne üstlük ondan da korkmam neticesinde şuursuzca çevirdiğim işkence gibi bir hayat çemberinde delirmekteyim.”
‘Bol distopya, bol fantastik, bol ironi, bol algı, bol nefret eşittir Mine Söğüt metinleri’ kısaca. Halbuki yazarın düşünceleri arızalı olmasa; sıkça yinelediği kelime ve cümle tekrarlarıyla, kelime tercihleriyle ahenkli ve özgün bir dil yakalamayı başarıyor.