Önümde duruyor küçüklüğüm, camekanın arkasında. Bir başlangıç sahnesi gibi; babaannemin eski kanepesinin üzerinde, çocuk bakışlarım ve sol elimde kalem. Aynı şimdiki gibi.
Kendi ailem bir söz dememiş olacak ki sol el ile yemek yemenin kötü (!) bir şey olduğunu baba tarafından akraba bir kadının darbesiyle öğrendim. Her zaman olduğu gibi sessizce, başım öne eğik bir şekilde yemeğimi yerken yanımda oturan akrabamızın sol elime çatal batırmasıyla uyandım. Ve bir uyarı geldi arkasından: "Solla yeme!"
Büyüğümüzdü ses çıkarmadık.
***
Lise çağımdayım. Bir akrabamın arkadaşının evindeyiz. Sıra yemeğe geldi.
Yine yemek, yine ben ve yine sol elim.
Yine kızgın sularla din satanlar ve yine aynı uyarı: "Solla yeme!"
Bu sefer suskun kalmıyorum, büyümüşüm, kanı deliyim. Karşı çıkıyorum ama efendiliğimi bozmadan: "Niye solla yemeyeyim, bu elimi de Allah yaratmadı mı?"
Bozuluyor bizimki. Kızıyor, bana neden sol elimle yememem gerektiğini anlatmadan salakça kelimeleri birleştirip, cümle kurup, nokta harcıyor. Daha çok üzüldüğüm ise bu harf ziyanına canım kadar sevdiğim orada bulunan akrabamın da katılmasıydı.
***
O zamanların üzerinden çok çaylar aktı.
Yine ben, yine yemek ama bu sefer sağ elim.
Zannetmeyin ki o insanların "hacılığı" yüzünden sağa geçtim. Kocaman bir hayır!
O insanlara inat, İslam'ın vida sıkmaya değil, gönül almaya geldiğini öğrendim de ondan.
Sol ve sağ mevzusu Rabbimizin bize bir armağanı, zorlaması değil. Şüphesiz her şeyin, tüm organlarımızın sahibi O (azze ve celle). Bizlere ne yapmamız gerektiğini önümüze sunuvermiş - Felsefeciler bu noktaya kızarlar ama konumuz bu değil-. Tam tersi olduğunu düşündüğümüzde "ilerleme" diye bir kavram olmazdı. Herkes babasının, atasının hatalarını tekrarlayıp dururdu. Rabbim sen ne büyüksün!
Gelelim mühür kısmına. Sol elimiz kirli işleri yapmamız, sağ ise temiz işler için. Bu... Bu kadar... Çatal batırmadan, imamlık taslamadan anlatmaları gereken bu. Ayrıntısına girip hadislerden bahsedilebilir. Lakin mantık basit, bunu ateist biri bile aklı ile idrak edebilir. Taharetlendiğimiz elimizle yemek yemek hoş değil.
Şu örneği verip konuyu bitirelim.
Necib'imizin... Fazıl'ımızın... Kelime mühendisimizin oğlu bir gün elinde Üstad'ın cahiliye zamanından kalma bir içki şişesiyle babasının karşısına çıkar ve bunu vazo, sürahi gibi güzel bir şekilde değerlendireceğini söyler. Şairimiz karşı çıkar fakat oğlu ısrarcıdır. Usta, en son şu örneği verir: Bir lazımlığı yıllarca yıkasan da ondan su içsen yine de insanın midesi kaldırmaz.
Solla yiyenler elbet bunun farkındadırlar amma sözümüz gönül kıranlara.
Birinin bir yanlışını düzelteyim derken onu kinlendirmeyin, soğutmayın olur mu?
***
Kolaylaştırınız! Zorlaştırmayınız! Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!
(Buharî, 3:72.)