Genel seçimler yaklaştıkça aday adayları ortaya çıkmaya başladı. Milletvekili aday adayları birer birer ortaya çıkarken meclisteki milletvekilleri giderayak sergiledikleri yakın dövüş performanslarıyla göze girmeye çalışıyorlar.
Kendi can güvenliklerini mecliste sağlayamayan vekiller, mecliste iç güvenlik tasarısı adı altında sözüm ona vatandaşın güvenliğini sağlayacaklar…
İç güvenlik paketi siyasi iktidarın farklı düşüncelere olan tahammülsüzlüğünün dışavurumudur. Bu tasarı, torbalanan yasaların ve paketlenen yargının son örneğidir.
Yargının hukuktan bağımsızlığının son resmidir.
Bu tasarıya tüm muhalefet partileri omuz omuza direnmelidir. Çünkü bu yasa muhalefeti sindirmek amacını gütmektedir. Farklı sesleri kesmek amacı taşımaktadır. Muhalefet milletvekilleri bu noktada üstlerine düşeni yapmaktadırlar.
Ancak meclisteki kavgalar, birbirine tahammülü olmayan insanların bizi temsil etmesi beni üzüyor. Medeni tartışma ortamını bulamayan bir meclisimiz var ne yazık ki... Tabii ki böyle bir görüntünün ortaya çıkmasında siyasal iktidarın rolü çok büyük… “Ben yaptım oldu” veya “ben ne dersem, o olur” mantığı ile çıkarılmak istenen yasalar, muhalefetin görüşlerine saygı duyulmaksızın yapılan çalışmalar ne yazık ki böyle sonuçlar doğuruyor. İste bu noktada bizim siyasilerimizin kendilerine biraz değil bayağı bir çeki düzen vermeleri gerekiyor. Seçmenler aday adaylarını değerlendirirken mutlaka seçici davranmalılar, bu topluma örnek olabilecek insanları meclise taşımalılar. Bu yola çıkanlar da demokrasi kültürü, siyasi nezaket adına kendilerini geliştirmeliler. Topluma örnek olacak duruma gelmeliler. İşte bu noktada almamız gereken çok yol var… Her şeyden önce farklılıklara, birbirimize tahammül etmeyi öğrenmemiz gerekmektedir.
Topluma örnek olması gereken siyasilerin her şeyden önce birbirlerine, farklılıklara tahammülü olmalıdır. Birbirimizin söylediğine katılmasak da dinleyip saygı duymak zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir. Hukuk çerçevesinde, hakaret etmeden konuşmalı, birbirimizle yarışmalıyız, yaşamalıyız. Ancak her zaman belirtiğim bir şey var… Ön teker nereye, arka teker oraya… Siyasi liderlerimizin kullandığı nefret söylemleri, kullandıkları hakaretamiz sözler ve argo söyleyişler sebebiyle toplum kutuplaşıyor, kamplara bölünüyor. İmam hakaret ettiği için cemaati mecliste uçan tekme atıyor ve liderlere yaranmak adına kraldan çok kralcı olan vekillerin uçan tekmeleri birleşince topluma, halka, çocuklara ne kadar güzel(!) örnek oldukları tartışmasızdır.
Bu kutuplaşmaların bu denli körüklenmesinin ardından; esnafın polis, jandarma, hakim, savcı ilan edilmesinin ardından gazeteci arkadaşımız kartopu oynadığı gerekçesiyle -cezalandırılabiliyor-. Fırat kardeşimiz bayrak açtı diye öldürülebiliyor… Bu noktada nefret pompalayanların son kurbanıydı Fırat kardeşimiz. Bir fidan daha düştü toprağa… Acının tarafı olmaz… Ölümün tarafı olmaz… Bu evlatlar kolay yetişmiyor. Bu fidanlar kolay büyümüyor. Bizi yönetenlerin düşüncesizce kullandığı sözcüklerin topluma yansıma olan nefretin bedeli ne yazık ki fidanların canı oluyor.
Siz bu cinayetleri sözüm ona iç güvenlik paketiyle önleyemezsiniz. İç güvenlik paketinde esnafın kartopu oynayanlara müdahalesi yok, karşıt görüşlerin birbirlerini öldürmeden konuşup tartışamayacakları yok… Siz bu cinayetleri ancak ve ancak hoşgörü aşılayarak güleryüz aşılayarak sevgi aşılayarak önlersiniz. İşte bu yüzden adaylar belirlenirken topluma hoşgörüyü, nezaketi aşılayacak ve bu anlamda örnek olabilecek kişilerin aday ve dolayısıyla vekil olarak belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Üslup sorunu olan, toplumu nefret ve kin söylemleriyle kamplaştıran siyasilerden bu halk yoruldu, bu millet artık bıktı. Basiretsiz siyasilerin hadsiz açıklamalarına verecek bir canımız daha yok… Kaybedecek bir fidanımız daha yok artık. Bu ülkede işlenen siyasi cinayetlerin sorumlusu toplumu kamplaştıran, kutuplaştıran sürekli nefret söylemi kullanarak farklı düşünceye tahammülsüzlüğü pompalayan siyasilerdir.
Bir büyüğümüz diğer bir devlet büyüğüne posta koyarken bir ülkede işlenen cinayetten, o ülkeyi yönetenlerin sorumlu olduğunu söylememiş miydi?
Peki, gazeteci Nuh kardeşimizin, ülkücü Fırat kardeşimizin öldürülmelerinin, bu cinayetlerin sorumlusu kim?