“Konya'nın Beyşehir ilçesinde, Suriyeli ve Türk gençler arasındaki “köpeğe niçin tekme attınız” kavgasında 2 kişi öldü, 3 kişi yaralandı.” şeklindeki haber, bize, tehlike çanlarının çaldığını gösteriyor.
Yetkililer ile psiko-sosyologların, sosyal yaşantı ve kültürel açıdan birbirine benzemeyen topluluklar arasında yaşanan kargaşa, başıboşluk ve düzensizlik üzerinde hassasiyetle durmaları gerekiyor. Konya’da Suriyeliler üzerine yapılan raporlarda da bu durum, öncelikli olarak ve “tehlikeli gelişme” olarak vurgulandığı görülür..
Beyşehir halkı milliyetçi, vatansever ve bazı konularda hassas davranabilen insanlardan oluşan bir topluluk. Suriyelilere karşı toplumumuzda önceden oluşan olumsuz tepkilerin üzerine “vatandaşlık” verilmesi ile ilgili en üst perdeden yapılan açıklamalar da tuz biber ekti. En ufak bir kıvılcımda bile her iki kesimin, birbirine karşı tahammülsüz, nefret duygusu besleme, kin duyma gibi olumsuz hareketler ve duygular göstererek hareket etmesi, tehlike sinyalleri vermesi açısından düşündürücüdür.
Küresel güç odakları ve devletler tarafından soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte ortaya atılan ve 11 Eylül’den sonra yürürlüğe konulan “küresel terörizm” tuzağına düşen İslâm coğrafyasında, maalesef müslüman müslümana kırdırılmaktadır. Kendi ülkemizde de 12 Eylül öncesinde kardeş kardeşe kırdırılmıştı.
Köpeğe tekme atma ve karşılıklı küfürleşme olayı basit bir hadise olarak algılanmamalı. Bize basit gibi görünen ve gelen hadiseler zamanla toplumsal olaylara dönüşebilme potansiyelini de içinde barındırır. 12 Eylül öncesi sağ-sol çatışması ile 28 Şubat Darbesi öncesi ve Gezi olaylarında bunların hepsini toplum olarak yaşadık, gördük, geçirdik ve bu toplumsal olaylardan ders çıkarmaya çalıştık. Nitekim Türkiye, halkıyla birlikte olgunlaşarak 2001 yılında yaşadığı ekonomik krizden bu tarafa kendine çeki düzen vermenin gayreti içerisinde oldu. Sağduyusuyla birlikte onca provokasyonlara ve tuzaklara pek gelmedi, gelmemeye çalıştı.
Üç milyonun üzerinde göç dalgasıyla karşılaşan Türkiye’de, kendi halkıyla birlikte birbirlerini yeterince tanımayan gruplar ve toplumlar, kültür farklılıklarından dolayı sosyal çatışmalar yaşayabilir. Provokatörler bu sosyal çatışmaları kendi lehlerine dönüştürmek için yangına körükle gidebilirler. Her koşulda her türlü otoriteyi reddetmek “anarşizm”in hortlatılması demek. Galeyana gelen toplulukları teskin etmek ise zordur. Gezi olayları haklı olarak çevre ve yeşillik meselesinden daha değişik bir mecraya doğru dönüştürülerek kitleler ve belli gruplar, otoriteye karşı başkaldırır duruma getirildi.
***
Türkiye’de yaşanan dil anarşisine sosyal anarşinin de eklenmesiyle birlikte toplumu ayakta tutan manevi dinamiklerin, dinî ve millî değerlerin de zayıflamasıyla birlikte sosyal anarşi kaçınılmaz hale geliyor. Meselâ nikâhsız birliktelikler, İslâm toplumunun ve dolayısıyla aile kurumunun altına konulan bir dinamittir. Bu sebeple zinanın serbestliği toplumda sosyal anarşiye yol açar.
Olayları konuşarak oyalanmak yerine “Kime yarıyor?” sorusuna geldiğinizde ise; bu çeşit toplumsal hadiselerin size, bize, ne Türk’e ne de Suriyelilere yaramadığı ortada. Bizi birbirimize kırdırmak isteyen düşmanlarımıza yaradığı ve onların ekmeğine yağ sürüldüğü ortada.
O halde çare ne?..
Ak Parti iktidarının iki yumuşak karnı var. Biri eğitim, diğeri ise kültür. Bunu bilen dış mihraklar içerdeki uşaklarıyla birlikte bu iki yumuşak karnı yıllardan beri kaşımaya büyük bir özenle sürdürüyorlar. Sonbaharla birlikte daha çok kaşınarak daha büyük toplumsal olaylara zemin hazırlanıyor. Suriyelilerin de şöyle veya böyle devreye sokulmasıyla birlikte olaylar çığırından çıkabilir.
***
Medeniyetimizin domino taşlarını yerinden oynatan tarihinin hiçbir döneminde bu ülkeye 3 milyonun üzerinde göçmen gelmedi.
Türkiye terörden ayrı olarak “hürriyetleri ve insan mutluluğunu devlet otoritesinin kısıtladığını, bu yüzden devletlerin tamamen ortadan kalkması gerektiğini öne süren” anarşizm tehlikesiyle de karşı karşıya…
Aman dikkat!
***
Beyşehir’deki olay Prof. Dr. Yılmaz Muslu Caddesi’nde vuku bulmuş. Araştırdığımda karşıma Türkiye’ye Çevre Mühendisliği terminolojisini kazandıran, ömrünü bilime adayan çok kıymetli bir ilim adamı çıktı.
Prof. Dr. Yılmaz Muslu’nun milli ve milletlerarası 80’in üzerinde makalesi, 43 milli ve milletlerarası bildirisi, 126 akademik yayın ve 26 kitabı bulunan, proje ve teknik pek çok raporları var. Türkiye’nin ekoloji ve çevre sorunları ile insan sağlığına yönelik ilmî ve bilimsel katkılarda bulunarak aramızdan 2004 senesinde ayrılmış.
GÜNÜN TİVİTİ
Akif Çukurçayır @akifcukurcayir ; “İleri toplumlar, akıl toplumu; geri toplumlar hamaset toplumu. Suriyeliler, artık gerçeğimiz. Rehabilite etmek, politika üretmek zorundayız!”
AZİZİM DİYOR Kİ…
Arkadaşı Prof. Dr. Cumali Kınacı, onun için “Sessizce yaşadı/ Sessizce üretti/ ve bu dünyayı sessizce terk etti.” diyor.
Bu sessizliği, köpek tartışmasından doğan karşılıklı öfke ve kin bozuyorsa eğer muhakkak vardır bunun bir sebebi.
Onu da yetkililer ve bu ülkeyi bilimsel çalışmalarla kurtaracak olan üniversiteler ve ilim adamları bulsun.