Şu yalan dünyadan bir tas su içmem!

Erol Sunat

Yalan dünya yalan dünya, bizi bizden çalan dünya…Bizi bizden alan dünya…Falan dünya, filan dünya…Sanki sana, sanki bana, sanki ona, sanki buna, sanki şuna kalan dünya…

Yalan bir dünyamız da olsa, herkesin derdi dünyayı parsellemek, hatta öbür tarafı da…

Orası benim, şurası benim demedik mi? Ne oldu? Ettiğin eziyet, ettiğin zulüm, kan kusturduğun yıllar, gün yüzü göstermediğin dönemler sonrasında ne geçti eline? Dünya senin oldu mu? Sana kaldı mı? Hangi vaadin tuttu?

Oyalanmaktan başka hiçbir şeye gücümüzün yetmediğini unutuveriyoruz hemen…

Güç bende, kudret bende, söz bende, ben ne dersem o olacak, bana tabi olmayanın sonu, akıbeti bu olur dercesine kinle, nefretle öfke diliyle hırsla gözlerinden şimşekler çakanlar pek çok…Tehditler, hakaretler gırla…

Dünya bize vaat edildi diyen devletleri, bu dünya bize yetmez diyen milletleri, Kralları, İmparatorları, Sultanları, Padişahları gördü bu dünya…Süleyman’a kalmadı bu dünya sana mı kalacak diyenleri kimse dinlemedi, duymadı…

Mağrurları, gurur ve kibir abidelerini, egosu zirvelerden inmeyenleri gördü bu dünya…

Mısır Firavunları gibi kendini Tanrı sananları, Karun gibi vicdansız bir zengini, Nemrut gibi zalimlerin doruk noktası olanları gömdü bu dünya…

Bu tehdit savuranlar, hiç mi Tarih okumaz? Hiç mi geçmişten ibret almaz?

*****

Adam, şu yalan dünyadan bir tas su içmem, diye başlamış söze…Şiir gibi konuşuyor demişler, bazıları da bu dünyadan bir tas su içmeyen Mars’a Jüpiter’e gidecek değil ya demişler, türlü türlü düşünmüşler…

Ah mecaz ah…Sende olmasan ne yapardık acaba?

Ne mi diyorlar?

Şu yalan dünyadan bir tas su içmem diye atıp savuranların önüne koca bir baraj koysan yetmiyor, içe içe kanmıyor.

Ne yanmakmış arkadaş?

Yananı Allah görür diyen şair, ben demiş bu mısraları böylelerine değil, Allah için yanan bir kalbe, tertemiz bir aşka yazdım, böyle aç gözlüleri, egoistleri de Allah’a havale ettim, Allah onları bildiği gibi yapsın!

Tok açın halinden anlasaydı, feryatları, inlemeleri duysaydı, gözü biraz doysaydı, bölüşmeyi paylaşmayı dilinin ucunda gezdireceğine, bu da senin hakkın diye çıkarıp verseydi, bu yalan dünya cennet olurdu, cehennemi yaşayanlara…

Ne götüreceğiz öbür dünyaya benzeri laflar ise, hem edebiyat yapmaktan hem de vebalden kurtulurdu…

Açların, fakirlerin yoksulların hali ahvali gündeme gelmesin, seslerini kimse duymasın diye gündem denen argüman cambaza bak misali her Allah’ın günü birkaç defa değişiyor.

Şu oldu, bu oldu, şu şunu dedi, bu bunu dedi, karşılığında şunu dediler bunu dediler diyen gündem her yeri ayağa kaldırıyor. Gündem böyle değiştikçe de, aç, aç olduğunu, yoksulluğunu, fakir cümle derdini sıkıntılarını unutmuş… Geçmiş gitmiş bir gün daha…

*****

Ne yapsın emekli? Ne yapsın asgari ücretli?

Efkârlı günlerinde geldi çattı Aralık…

Ne mi olacak?

Bakacaklar bir aralık…

Neye mi?

Zamlara, maaşlara, asgari ücrete, kök maaşa ve tabi ki seyyanen meselesine…

Ne diyelim?

Şu yalan dünyadan, 2024 yılının son ayında, giderayak bakalım ne türlü bir havadis gelecek?

Ne diyordu Merhum Yıldırım Gürses?

“Yine mevsimler dönecek / Yine yapraklar düşecek…”

Ne dönen mevsim umurlarında ne de düşen yapraklar. Rahmetli Erkin Koray’ın dediği gibi, “Alemin keyfi yerinde”

Müjde denecek, enflasyon benim vatandaşımı ezemez denecek, 2025 yılı 2024 yılından çok daha iyi bir yıl olacak denecek…

Biraz “-acak”, biraz “-ecek”…Günler birbirine eklenecek… Sonra yılbaşının gelmesi beklenecek…Aralığın her günü umutlar umutlarla kenetlenecek...

*****

Lafın gelişi denmiş, laf ola beri gele denmiş…

Bir laf attım havaya denmiş…

Lafları tespih tanesi gibi dizdim denmiş…

Lafın hası, lafın özü denmiş…

Laflar, lafta kaldı denmiş…

Denmiş de denmiş…

Dün söylediğini bugün unutanlardan olmuşuz.

Tarih yalanlamış, dün söylediklerimiz vurmuş bizi…

Neden, niçin, nasıl diyeni yerden yere vurmuşuz.

Kapının önüne koymuşuz. Yollarımızı ayırmışız… Ne dostluk kalmış ne vefa.

Yatağına kırgın ırmakların sayısı artmış…

Yaşadığımız nasıl bir akıl tutulmasıysa artık, akıl, sır erecek gibi olmaktan çıkmış…

İnkâr fırtınası gibi bir şey…

Fikrimizi, düşüncemizi, tövbeler tövbesi kendimizi inkâr gibi…

İyi güzel de onlarca yıldır söylenenler, savunulanlar nereye gitti?

Laf bombardımanlarının arasında öylesine kaldık ki…

Bu karmaşa ve kargaşadan sağ çıkabilene aşk olsun. Tabi bile-isteye sağ çıkmak istemeyenlere de…

*****

Aslında çoktan öldük biz. İçimizdeki aşk öldü, şevk öldü, vefa öldü, dostluk öldü, arkadaşlık öldü, neredeyiz, ne yapıyoruz, kimiz, kiminleyiz, kimin peşindeyiz, nedeni ne, niçin böyle kendimizi unuttuk?

Öyle düşkün bir vaziyete düşürüldük ki ne önümüzü görebiliyoruz ne belimizi doğrultabiliyoruz.

Borcumuz çok…Halimiz yok…Kimimiz en dipte…Kimimiz uçurumdan aşağıya düştü kırılmayan yeri kalmadı. Tek kelimeyle paramparça…

Kimimiz bataklıkta öyle bir çırpınıyor ki, kıyamet kopsa kimsenin umurunda değil…

Haklı hakkından vazgeçmiş bir halde. Sesi olabildiğince cılız. Haklı olanı tutup kaldıran yok, ardında duran yok, gemisini kurtaran Kaptan cümlesi her tarafa yazılmış asılmış adeta…

Gemisini kim kurtardı, kaç kişi kurtardı, neden kurtarmak gibi bir çabaya girdi?

Bilen yok, gören yok…Lakin, işin laf tarafı aramadığınız kadar çok…

*****

Paranın saltanatı, paranın hegemonyası, zengin ve fakir arasında yarattığı uçurum öyle derinleşti ki, tarifi yok. Tarif öyle olunca da zenginin fakirden haberi yok, fakir diye bir derdi yok…

Derdini söylemeyen derman bulamaz denmiş ya hani…Derdini söyleyene neden derdini söyledin diye ateş püskürenlerin var olduğu bir dünyada, dertli kimin kapısını çalsın? Cümle kapılar kapalı dertli için, tek bir kapı ardına kadar açık…

O kapı Mevla’nın kapısı…O da o kapıya iltica ediyor. Açıyor elini gökyüzüne, sen bilirsin Yarabbi diyerek…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.