Sucunun hikayesi

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde, çöl iklimine benzer bir iklimin yaşandığı bir şehir varmış. Şehirde su sıkıntısı had safhadaymış. Bu yüzden şehirden göç edenler olmuş. Gidecek yeri ve imkânı olmayanlar kalmışlar şehirde. Şehre ne doğru dürüst gelen varmış ne giden. Arayanları, soranları da yokmuş. Şehir adeta unutulmuş bir şehirmiş. Gelen görevliler bir an önce şehirden ayrılmak için Payitahtta başvurularda bulunurlarmış. Şehrin Beyi ölünce yerine evlatları da dahil olmak üzere kimse talip olmamış. Şehrin Ağası ise öleli uzun yıllar olmuş, şehir kendi kaderine terkedilmiş bir haldeymiş.

Memleketin Sultanı, çağırmış Hocasını. Hocam demiş senin aslın o şehirden, benim o şehri kurtarmam lazım. Bana ne çare tavsiye edersin. Hoca, Sultanım demiş, o şehre su lazım. O şehre kim su getirirse şehri ancak o kurtarır. Lakin o şehirde su kaynağı yok diye çok araştırmalar yapıldı. Vesikalar elimde. Sultan unut o vesikaları demiş, yok say. Bana öyle bir sucu bul ki, onu yalnızca sen ve ben bilelim. Bu sucuya Beylik payesi verelim. İstediği ne malzeme varsa hepsini tedarik edelim. Bunları öyle bir gizlilik içerisinde yap ki, Vezirim duymasın, hatta ablası olan karım bile. Hocası, hayırdır Sultanım demiş. Aman Hocam demiş Sultan, var bir bildiğim. Sen bana sucuyu bul. Hem de en kısa zamanda.

Bir ay kadar sonra, Sultanın huzuruna gençten birini getirmiş Hocası. Sultanım demiş, bu gördüğün delikanlı dört kuşaktır su arayan bir aileden geliyor. Bu ailenin bulamadığı, keşfedemediği su kaynağı yok. Bu delikanlı ailenin gururu. Sultan, yaklaş delikanlı demiş. Çöl şehri denen yeri bilir misin? Bilirim Sultanım. Hiç oraya gittin mi?

Çocuk yaştayken dedemle gittim. Dedem orada su buldu. Bulduğu kuyuyu şehrin Beyi kapattırdı. Konuşursan seni de sülaleni de yok ederim dedi. Şimdi dedem öldü. Duydum o Bey de ölmüş. Orada su olduğunu bilen bir ben varım. Sultan, âlâ demiş. Şu andan itibaren o şehrin Beyi sensin. Suyu bulduğunda yalnızca bana söyleyeceksin. İşin hakikatini bilmem, o insanları susuzluktan kurtarmam lazım. Göreyim seni. Ne istersen, kimi istersen yanına al. Ve tez elden çık yola.

Yeni Bey, hazırlamış kafilesini sessiz sedasız çıkmış yola. Vezir, yazık demiş sucuyu Bey yaptı. Üç gün sonra bu sucu da, beni geri alın diye yalvarmaya gelir. Varsın gitsin bakalım. On gün kadar sonra, yeni Bey ve kafilesi şehre girmişler. Şehre vardıklarında, boş olan Bey konağına yerleşmişler. Yeni Beyle görüşmeye gelmiş bir kısım ahali. Yüzü sarılı bir kadın, Beyim demiş biz şehir yakınlarındaki mağaralardaki su sızıntıları toplar içeriz. Temiz su nasıl bir şey hiç görmedik. Bundan uzun yıllar önce bir sucunun geldiği suyu bulduğu, ancak Beyin kuyuyu kapattırdığı şeklinde bir efsane var. Şehirde kaldıysak bu efsanenin gün gelip gerçek olacağına inancımızdan.

Bey başka demiş, başka ne biliyorsunuz, başka ne anlattı büyükleriniz. Yaşlı bir ihtiyar, Beyim demiş, şehir surlarının cenubunda gizli bir geçit var derler. Ben çocukken gördüm. Şayet bana inanırsan elimle koymuş gibi gösterebilirim. O geçidin altından nehir akıyor derlerdi. Eski Bey, kimseyi oralara yaklaştırmazdı. Sonra da, şehrin en bakımsız yeri orası oldu.

Bey herkesi dinledikten sonra, gece fenerlerle ihtiyarın dediği yere gelmiş. Yanında bu işte oldukça tecrübeli adamlar varmış.

Kısa zamanda girişi bulmuşlar. Beyim demişler, gizli geçitleri bulmak bizim, su bulmak senin maharetin. İnmeye başlamışlar basamaklardan aşağıya. Kısa bir süre sonra bakmışlar ki, gerçekten aşağıda bir nehir var. Nehrin geçtiği mağaranın tavanı ve yan çeperleri ise parlıyormuş. Beyin adamlarından biri bu parıldayan altın beyim demiş. Bu mağara altın mağarası olduğu için saklamışlar. Bey iyi de demiş bu nehrin suyu nereye akıyor? Girmişler suya yarım saat kadar yüzdükten sonra, yemyeşil bir vadiye çıkmışlar.

Nehrin suları bir göle akıyormuş. Ve o gölün bulunduğu birde gizli bir vadi çıkmış karşılarına. Üstelik şehre çok yakınmış. Beyin adamları Beyim demişler, isterseniz, kanallar açalım şehre su verelim. Bey, benim demiş Sultana gitmem lazım. Ne gördünüz ben gelinceye kadar unutun. Bey, bir gece yarısı Payitahta gelmiş. Sultana ulaşmış. Ne buldu, ne gördü, ne yapmayı düşünüyor tek-tek anlatmış. Sultan sen demiş bana dünyaları bağışladın. Bak şimdi ne yapacaksın?

Bey öğleye doğru Vezirin makamına varmış Vezirim demiş. Ben o şehre gittim. Sağım kum, solum kum. Bana destek olun Sultandan affımı sizin aracılığınızla istemeyi düşünürüm. Uygun görürseniz ben şimdi o çöl şehrine gideyim, sizden haber bekleyeyim. Vezirin elini öpmüş ayrılmış şehirden. Vezir şehirdeki adamına haber uçurmuş. Bey demiş, benden aracı olmamı istedi. Demiştim sana. Sırrımı sakla. Geleceğin Beyi sensin.

Şehrin Beyi yanına Sultanın tavsiyesiyle Sultanın hocasını da alıp şehre doğru sürmüşler atlarını. Sultanın Hocası, şehirde Vezirin muhbirlerini, adamlarını birer birer açıklamış, varınca demiş, ilk işin dışarıya bir haber uçurmamaları için onları yakalamandır. Bey, şehre varır varmaz, Vezirin ne kadar adamı varsa her birini birer ikişer yakalayıp, atmış zindana. Vezirin has adamı, bak Bey demiş, hem buradan ayrılmak için Vezir hazretlerini aracı yaparsın hem de bizi zindana atarsın. Aklın başında mı? Ne yaparsın sen?

Bey, konağına geldiğinde, adamları, Beyim demişler geçen senin huzurunda konuşan kadın vardı ya, onu Sultanımızın karısına haber uçururken yakaladık. Yazdığı yazı da bu. Bey, aç yüzünü demiş, kimsin, nesin göreyim. Kadın yüzünü açtığında Bey bir de bakmış ki, çok güzel bir kız. Sultanın Hocası, sen ha demiş. Nasıl yaparsın bunu kızım? Kız, ben demiş Hanım Sultanın emrindeyim. O ne derse onu yaparım. İsterse ucunda ölüm olsun.

Bey, atın bu kızı da zindana demiş. Kızı da atmışlar zindana. Sultanın Hocası, Beyim demiş, bu kız benim öldü diye bildiğim en küçük evladımdır. Babası olduğumu bilir, lakin benden nefret eder. Ancak Hanım Sultan da beni sevmez. Beni kızımdan öyle bir kopardı ki, Sultan dahi bu meseleye inanmadı. Bey bana kalırsa Sultan her detayı biliyor Hocam demiş. Sen müsterih ol. Ben Allah’ın izniyle bu şehre suyu getirme çalışmalarına başladım. Bu şehri sulayacağız, yeşillendireceğiz, bu şehir cennet gibi bir yer olacak inşallah.

Sonra sıvamış adamlarıyla kolları. Şehrin içinde kapalı ne kadar kuyu varsa ahaliyi de bu işe şahit ederek açmış. Ahali Beyin ellerine kapanmış. Bu arada serbest kalan Hocanın kızı, yapılanları büyük bir hayranlıkla izlemeye başlamış. Sonra katılmış ahalinin arasına tutmuş her işin ucundan, geçmiş kadınların kızların başına, ellerinden ne geldi her tarafa yetişmeye çalışmışlar. Çöl şehri, çöllükten vazgeçmiş. Bey şehre hanlar, hamamlar, şifahaneler, aşhaneler açmış, gizli vadiyle bağlantı yolunu işler hale getirmiş.

Altın madenlerini Sultanın izniyle çalıştırmaya başlamış. Vezir çıkmış gelmiş şehre. Kimsin sen demiş. Yıllardır sakladığımız sırrı nasıl bildin, nasıl buldun. Kim buldu seni? O adı batasıca Hoca mı? Bekle yakın bir zamanda seni elimden kimse alamayacak. Bu arada Hoca ile kızı barışmışlar. Şehrin düzenlenmesinde öncülük yapmaya başlayan kızı Sultanın karısı Payitahta çağırmış. Kız, buyurun Hanımım demiş. Hanım, sen demiş benim dediğimi yapacaksın, o sucunun değil. O sucuya da gönlünü kaptırmaya kalkma, sonun olur. Seni Hoca baban da kurtaramaz, sucu da.

Ben ne diyorsam onu yapacaksın. Döndüğünde ilk işin o sucu. Onu bir şekilde zehirleyeceksin. Sonra da babanı. İkisi aynı gün ölse de olur. Memleket kurtulur. Haydi göreyim seni. Kız, Hanım Sultanın yanından çıktığında, birileri onu yakalamış, bağlamış gözlerini. Kızı atmışlar bir arabaya, gece yarısına doğru araba bir handa durmuş. Kızı handan içeriye almışlar. Açmışlar gözlerini. Kız birde bakmış ki, karşısında Sultan. Sultan, Hocam kızı demiş, diyeceklerimi iyi dinle. Kız sonuna kadar Sultanı titreyerek dinlemiş. On gün kadar sonra da şehre gelmiş.

Hemen Beyi ve babasını bulmuş Sultanla ne konuştu anlatmış. Üç gün sonra şehirden Payitahta bir haber gelmiş. Bey ve Sultanın Hocası öldü demişler. Başınız sağ olsun. Vezirin adamları, Vezir Hazretleri demişler toprağa verildiklerinde oradaydık. Hocanın kızı çok ağladı. Beyin adamları kendini yerden yere attı. Vezir, şimdi oldu demiş, şimdi kurtulduk işte. Hemen varmış Hanım Sultanın yanına. Ablam demiş, Hoca kızı ikisini de halletmiş. Artık, planımızı devreye koyabiliriz. Ben adamlarımla şehre el koymaya gidiyorum. Sende Sultanı hallet. Ondan sonrası kolay.

Vezir adamlarıyla yola çıkar çıkmaz, Hanım Sultanın kapısını muhafızlar açmışlar. Hanımım demişler. Sultanım sizi bekler. Sultan, gel bakalım Hanım Sultan demiş. Her ne yaptıysan hepsini en başından biliyorum. Şu andan itibaren Vezir kardeşine haber uçuracak ne kadar yardımcın var hepsi zindanda. Sonra dönmüş Muhafız başına, Hanım Sultanı da atın zindana demiş. Bana ve ülkeme kasteden insanı ne yaşatırım ne onunla evli kalırım.

Vezir bir gündüz vakti, girmiş şehre. Yanında elleri kolları bağlı Bey ve Sultanın Hocası varmış. Bana demiş Hocanın kızını bulun. O kızı ahalinin gözü önünde tebrik edeyim. Kız elinde gerilmiş yayıyla beni mi arardın Vezir demiş. Senin yolun buraya kadar. Vezir, şehirde bilmediğiniz adamım çok, bu ikisini pusuya düşürdüm. Ya o oku indir ya da Bey ve Hoca babanın ölümünü seyret. Bu şehri bana teslim etmezseniz, herkesi öldürür, öyle alırım.

Vezirin adamları oklarını Bey ve Sultanın Hocasına çevirmişler. Şehrin surları üzerinde Beyin adamları, şehrin kadınları oklarıyla bir anda ortaya çıkmışlar, Vezirin adamlarının üzerine ok yağmaya başlamış. İşte tam bu kargaşada, Hocanın kızı, fırlatmış okunu Vezire. Ok Veziri kalbinden vurmuş. Vezirin adamları panik halinde kaçmaya çalışsalar da her biri yakalanmış. Kız koşarak gitmiş babasına sarılmış. Ardından Bey’e. Beyim demiş, sana bir şey olsaydı yaşayamazdım. Bey, Hocamın kızı demiş. Öyle bir iş başardın ki. Bu görev benimdi, bir okla meseleyi kökünden çözdün attın.

Anlatırlar ki; Sultanın Hocasının kızıyla Bey kısa bir süre sonra evlenmişler. Hoca Payitahta dönmüş. Bey, o şehri karısıyla birlikte öyle bir geliştirmiş ki, şehre uğramayan, şehrin güzelliğini anlatmayan yokmuş. Kervanlar şehri uğrak merkezi yapmışlar. Ticaret gelişmiş. Sarraflık en gözde meslek olmuş. Sucunun hayata döndürdüğü şehrin hikayesi kuşaktan kuşağa anlatılmış durmuş.

Şehir şehire, Sucu sucuya, Bey Beye, Sultan Sultana, Vezir Vezire, Sultanın Hocası Sultanın Hocasına, Hocanın kızı hocanın kızına, Hanım Sultan Hanım Sultana, Han hana, Nehir nehre, göl göle, vadi vadiye, ahali ahaliye benzer.

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.