Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri, bildiğiniz gibi devlet adına onurlandırmak ve özendirmek üzere, Türk kültür ve sanat hayatına önemli katkılarda bulunan özgün eserleri veya hizmetler veren kişi veya kurumlara veriliyor.
Bu sene, bu ödüle lâyık görülenler arasında Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in de yer alması, bizi son derece sevindirdi. Türk kültürünün bu bereketli topraklardaki bekasına sönmeyen bir inanç ve azimle bağlanarak eserler veren; tasavvuf neşvesiyle “aklıselim, kalbiselim ve zevkiselim” damarlarını başarıyla bir terkibe dönüştüren; bu bütünleşmeyi hikmetli şiirlerinde, tezhip ve sulu boya resimlerinde, bilim ve sanat eserlerinde aksettirerek Türk milletine ve dünyaya armağan eden Süheyl Ünver Hoca, Konya’ya da uğrayarak güzel eserler ortaya koymuştu.
Anadolu’ya, o medeniyetler beşiğine, durmadan, yorulmadan sürekli hareket halinde olma çağrısında bulunan; taşradan gelmiş birinin gözüyle şehre bakarken, yabancılaşmaya karşı tarihimizi ve öz değerlerimizi savunan; Türkiye topraklarının hikâyesini kaleme alan Mustafa Kutlu’nun da ödüle lâyık görülmesi, takdire şayan olarak görülmeli. Mustafa Kutlu da, Konya’mızı son derece seven ve romanlarında yer veren bir yazarımız.
***
“Hiçbirşeyi aklınızda tutmaya heves etmeyin, aklınız uşağınız değil, yazın” diyen ve
“Kâğıt kalemi olmayan ahbabu yârânı kabul etmeyin” diyerek sözün uçabileceğini, fakat yazının kalıcı olacağının ifade eden Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’i size, nasıl anlatsam…
“Selçuklularda Süsleme Sanatı” onun en güzel eserleri arasında dikkat çeker.
17 Şubat 1898 tarihinde İstanbul Haseki’de annesinin babası Hattat Mehmet Şevki Efendi’nin Bostan Hamamı sokağındaki 32 no’lu konağında dünyaya gözlerini açan Ahmet Süheyl Ünver, altı ile dokuz yaşlarında elinden kağıt-kalemi eksik etmemiş, sürekli karalamalar yapmış, resim çalışmalarında bulunan bir sanatkâr ve aynı zaman da bir ilim adamıdır.
Enteresandır, Süheyl Hoca’nın 1940’lı yıllarda kaleme aldığı “Selçuk Tababeti” adlı eserinden, “Melikşah devrinde Selçuklu ordularında 40 adet deve katarile nakledilen askerî hastahaneler” olduğunu ve “Sultanın ordusu için yüz deve ile hastahanesini, alât ve haymesini ve tabiplerini ve gulâmlarını ve hastalarını nakleden bir seyyar hastahane” kurulduğunu öğreniyoruz.
***
Süheyl Ünver Hoca’nın, hatıratından, son derece kanâatkâr bir insan olduğunu öğreniyoruz: “Süheyl Hoca kanâatkârlığı bizzat yaşardı. Öğle vakitleri, hepsi hepsi bir çay fincanı tabağına sığacak kadar ufak bir simidin yarısını, tavla zarı kadar kesilmiş kaşar peynirlerini, çayla birlikte yer ve şükrederdi. Bu arada, “Hakka rızâ göstermek”le “hakkını aramayı” da birbirinden ayırırdı. Buyururlardı ki:
“– Bilir misiniz?.. En sabırlı mahlûk örümcektir.. Ağını kurar ve kısmetini bekler. En sabırsız ve açgözlü mahlûk da sinektir. Herşeye saldırır, her yere konar. Ne iştir ki; bu en açgözlü ve sabırsız mahlûk, an gelir en sabırlı mahlûka yem olur! Siz tâlip olmayınız, matlup olmaya bakınız…” (İsteyen değil, istenen kişi olunuz.)”
***
Süheyl Hoca, çalışma alışkanlığı elde etmiş insanın hiçbir zaman yalnız kalmayacağını bakın nasıl vurguluyor: “Kütüphanede çalışan bir adamın yanına gelen biri, neden yalnızsınız diye sormuş. Çalışanın cevabı; siz geldiniz yalnız kaldım”. “Hepinizin içinde bir korku var, ya ölürsek, ölmek istemiyorsanız ciddi şeyler öğrenin, ama kaydetmeye gelince, saçma sapan bile olsa kaydediniz.”
Kültüre ve kültür değerlerine çok büyük önem veren Hoca duyduklarını yazmış, bulduklarını muhafaza etmiş, gördüklerinin resmini yapmış, bu şekilde oluşturduğu 1100 dosyayı ve defteri Süleymaniye Kütüphânesine vakfetmiş. Bu dosyalar ve defterler incelendiği zaman neleri atarak, neleri yazmayarak ziyan ettiğimiz ve önemsiz sandığımız kültür unsurlarımızı yok ettiğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
***
Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Türk sanat ve kültürünü yaşatmak, korumak ve tanıtmak için büyük bir keyifle çalıştı. Kültürümüzü yaşamanın ve yaşatmanın vereceği mutluluğu bizlere tattırdı. 1936’da başlattığı Türk Süslemesi Nakışânesindeki çalışmalarını aramızdan ayrıldığı 1986 yılına kadar sürdürdü.
AZİZİM DİYOR Kİ…
Süheyl Ünver Hoca, Andre Gide’nin şu sözünü hep hatırlatırdı: “Anı yazmak, ölümden birşeyler kurtarmaktır.”