Tarih tekerrür ediyor. Türkiye düşmanları bazı saf vatandaşlarımızı da bir şekilde kandırarak eline geçirdikleri doğru-yanlış her türlü belgeyi, FETO artığı taktiklerle topluma servis ediyor. Bundan kim karlı çıkar düşünmüyor, “yeter ki Erdoğan düşsün” diyorlar.
Geçenlerde elime Sultan Abdülhamid Han’ın düşürülüşü ile ilgili elime çok güzel bir araştırma yazısı geçti. Buna göre Ülkemde bugünlerde oynanan oyunların, geçmişte oynananlardan bir farkı olmadığı görülüyor. O yüzden de bu araştırma raporunu ilginç buldum ve okuyucularımla paylaşmak istedim.
Sultan 2. Abdülhamid Hân, hakkında en çok konuşulan, en fazla iftiraya maruz kalan sultanlardan biridir. Hakkındaki iddia ve tartışmalar çok yönlü politikalarını anlayamamaktan, etrafını kuşatan ağır şartları takdir edememekten ve dindar tabiat, yaşantı ve tavırlarına alerji duymaktan kaynaklanmıştır.
Yenilikçiliği, eğitime, teknolojiye, ulaşıma ve iletişime önem vermesi; tarihe geçen büyük projeleri devreye sokması, dış borçları kapatmadaki gayreti ve Avrupa’ya ekonomik bağımlılıktan kurtulma konusundaki hassasiyeti, dış politikada Batı karşısında etkin tutum ve stratejiler geliştirmesi ile ünlüdür. Ayrıca İslâm Âlemi ile ilişkilere siyaset, din ve ekonomi birlikteliğine önem vermesi; milletlerarası alanda yalnızlaştırma ve dışlanma girişimlerine maruz bırakılarak, iç ve dış mihraklar tarafından devrilmek istenmektedir.
15 Temmuz’da bir darbe girişimi ile Cumhurbaşkanımızın da; 24 Temmuz 1908 ve 31 Mart 1909 Darbeleriyle tahttan indirilen 2. Abdülhamid Han gibi devrilmek istendiği birçok kesim tarafından dile getirilse de, 1908 Darbesi’nin içyüzünü ve izlenen sinsi taktik ve stratejileri aydınlatmaya çalışılacaktır.
93 Harbi’ne girilmesi ve kaybedilmesindeki rolünden ötürü Sultan’ın Meclis-i Mebusan’ı kapatması, sonraki yıllarda kendisine karşı yurt içi ve dışına yayılan açık veya gizli bir muhalefetin başlamasına sebep olmuştur. Abdülhamid yönetimine karşı örgütlü muhalefet, özellikle askeri-sivil yüksekokul öğrencileri ile askerî birlikler içerisinden taraftar bulmuştur.
1889 yılında daha önce Askerî Tıbbiyeden mezun olan İbrahim Temo; İshak Sukuti, Çerkez Mehmet Reşit ve Abdullah Cevdet’e gizli bir örgüt kurma teklifi götürmüştür. Bir süre sonra bu dörtlüye Şerafettin Magmumi, Giritli Şefik, Cevdet Osman, Kerim Sebati, Mekkeli Sabri ve Selanikli Nazım gibi isimler de katılmıştır. Temo’nun öncülüğünde çalışmalarına başlayan örgüt, gizli ve hücre usulü yapılanmasıyla genişlemiştir. Hareket bir yandan Tıbbiye Mektebinde hızla yayılırken, bir yandan da İstanbul’da bulunan diğer yüksek Mekteplerine de sıçramıştır.
1889’da, daha sonraları Jön Türklerin liderliğini ele alacak olan Bursa Maarif Müdürü Ahmet Rıza, Paris’e gitmiş ve orada bulunduğu sürede pozitivizm görüşünü benimsemiş ve bu akımın kurucusu Auguste Comte’un bir öğrencisinin etkisinde kalmıştır. Paris’te bu gelişmeler yaşanırken, hareketin İstanbul’da yayılması hızlanmış, cemiyet üyesi şahıslardan bazıları zaman zaman hükûmet tarafından tutuklanmıştır. 1895 yılı sonlarında, aralarında Abdullah Cevdet, İshak Sukuti, Şerafettin Magmumi ve Kerim Sebati’nin de bulunduğu üyelerden bazıları tutuklanıp sürgüne gönderilmiştir.
Mülkiye’de tarih öğretmenliği yapan, aynı zamanda Sultan’ın müşavirliğine kadar yükselen Mizancı Murat’ın, devlette uygulanmasını gerekli gördüğü reformları saraya sunması büyük tepki uyandırmış ve tüm arkadaşlarının tutuklanmasına yol açmıştır. Bu arada İttihatçı hareket, biri Mısır’dan diğeri Paris’ten ülke topraklarına giren iki yayın organı, “Mizan” ve “Meşveret” vâsıtasıyla hızla yayılıyordu.
Sürgündeki üyeler arasında çatışmalar yaşanırken, İstanbul’da Sultan’a karşı darbe planları da hız kazanmıştır. 1896 yılında önemli bir örgüt hâline gelmiş olan İttihat ve Terakki, Ağustos ayında bir darbe girişimi için harekete geçecekken, başarısız olmuş ve tutuklanan üyeler sürgüne gönderilmiştir.
Mayıs 1897’de komitenin merkez teşkilatı İstanbul’dan Cenevre’ye taşınmış, cemiyet bünyesindeki iki hizip arasındaki anlaşmazlık zirveye çıkmıştır. Cemiyette Ahmet Rıza’nın aksine daha olumlu bir imaja sâhip olan Mizancı Murat, Cenevre şubesine tâyin edildikten sonra, 1897’de yayınladığı broşürde, devletteki tüm kötülüklerin kaynağını Sultan Abdülhamid’e ve büyük devletlere yüklemiştir.
DEVAM EDECEK