Aralarda kaynayıp giden, kaynatılan, üzerinde durulmayan, tekrara ve hatırlatılmaya muhtaç meselelerimiz var bizim.
Biz mesele diyelim siz onu öncelikle kültür diye okuyun. Tarih diye okuyun! Kültür ve tarih diye açılımlarda bulunun. Şehrin kültürü, şehrin tarihi, şehrin önceliği, olarak değerlendirin.
Konya denen şehir ne yeni şehir, ne eski şehir, ne viran şehir!
Bu şehir kadim şehir! Kadim bir Payitaht!
Hani bir koltukta kaç karpuz taşınır diye bir soru sorarlar ya…
İstediğim kadarını, dilediğim kadarını taşırım, neyi ne kadar taşıyacağımı ben bilirim, sen anca şu kadar karpuz taşıyabilirsin diyenlere de itibar etmem diyebilen bir şehir!
Lakin bu özelliğini keşfetme yönünde atılacak adımlara muhtaç!
Bu şehir Sultanlar Şehri!
Tam sekiz Selçuklu Sultanı bu şehrin kalbi olan, kalbinin attığı yer olan Alaeddin tepesinde, yani “Sultanlar Tepesi” dediğimiz tepede yatıyor!
Bu şehir Kılıçaslanlar şehri!
Selçuklunun Başkenti!
Bu şehir var ya bu şehir!
Kudüs’e kalkan, işgallere kalkan, istilalara kalkan, Haçlıya kalkan!
Er meydanında, er böyle olur dedikleri bir kahraman!
Direniş Konya olan bir şehir!
Haçlılara direnen, Moğol belasına direnen, istilalara, işgallere, isyanlara direnen bir şehir!
Direnmede, karşı koymada, iradesini ortaya koymada tarihte eşi ve benzeri yok!
Lakin; gerçek anlamda alması ve taşıması gereken unvanlara sahip değil!
*****
Şehrimizin unvanı yok, yakıştıranı çok, yakıştırılanı çok, olmazsa olmaz olanı ne konusuna bir çözüm arayanı yok!
Varsa da dinleyeni yok, hatta dinliyormuş gibi görüneni de…
Kümbet şehri oluyor, Sultanlar şehri olamıyor!
Tarım şehri oluyor, Sultanlar şehri olamıyor!
Sanayi şehri oluyor, Sultanlar şehri olamıyor!
Üniversiteler şehri oluyor, Sultanlar şehri olamıyor!
Kobiler şehri oluyor, Sultanlar şehri olamıyor!
O şehri, bu şehri, şu şehri diye neler ekliyoruz bir bilseniz!
Kimin işine ne yarıyorsa o şehri oluyor, bu şehir!
Asıl olması gerekeni, asıl taşıması gerekeni bir türlü ona yakıştırmıyor, taşıttırmıyorlar!
Bu şehrin tarih ve kültür ağırlığının görmezden gelinmesi, yok sayılması böyle bir şey!
Bu şehir bir Türk Medeniyeti olan Selçuklu Medeniyetinin beşiği!
Merkezi, odak noktası, kaynağı, pınarın başı, pınarın özü…
Selçukluyla barışamayan, konuşamayan, uzak duran, soğuk davranan anlayışların bu şehri getirdiği nokta içler acısı!
*****
Selçukluya yolculuk yapamayan, o kapıyı kapalı tutan, açmayan, açanlara mani olan anlayışlar sonrasında Miryakefalon Zaferinin 840. Yıl dönümü ile aralanan o kapı, yine de tam olarak açılamadı! Mekanı cennet olsun son Selçuklu, son Selçuklu Emiri diye anılan ve kabul gören Seyit Küçükbezirci Ağabey, o kapıyı aralayan, aralanmasına, açılmasına vesile oldu, vesile olan adımlar attı.
O heyecan “Direniş Karatay” diye bir meşale yakılmasına sebep oldu. Lakin Direniş Konya olamadı.
Bu işin ardı arkası gelmedi.
En son, şehrin Başkent oluşu gündeme getirildi. Kutlamalar ve törenler Pandemi gölgesinde kaldı. Şehrin fetih günü mevzusuna gelinemedi! Fetih günü de şu gündür denilemedi! Sanki Tarihçi kıtlığına kıran girdi mübarek! 2023’den önce bugünün tespit edilmesine şahit olacak mıyız?
Kültür Müdürlükleri ve ilgili dairelerde sağ olsunlar, var olsunlar bu işten kapak kaldırmadıklarına göre, beklemeye devam edeceğiz galiba!
Ancak biz yine de soralım!
Bu şehrin bir fetih günü yok mu? Araştırılmak için, gün belirlenmek için izin mi bekleniyor?
Tarih ve izin! Kültür ve izin! Her ikisini de süresiz izne gönderdiğimizden midir, nedir, cümle açmazlar, aşılmazlar, yapılmazlar, edilmezler ve konuşulmazlar yakamızı bırakmıyor!
Tarihçiler, tarih konusunda söz sahibi olanlar, kürsü sahibi olanlar, Selçuklu tarihi üzerine araştırma yapanlar, üzerinize ölü toprağı falan serilmedi değil mi?
Neredesiniz Allah aşkına?
Konya’nın fetih gününü araştırmak Selçukluyu ve Türk tarihini sevmekle olur, aşkla olur, sevdayla olur. Tarih emirle araştırılacak değil ya! Emirle keşfe çıkılacak değil ya!
*****
Amasya kendine “Şehzadeler Şehri” dedi. Tarihle yürüdü. Tarihle büyüdü. Ne kaybetti?
Manisa, kendine Şehzadeler şehri demekle kalmadı “Şehzadeler” diye bir Merkez ilçe kurdu. Tarihle aydınlattı yolunu, sırtını tarihe dayadı…
Selçuklu Sultanlarından, Sultan I. Gıyasettin Keyhüsrev’in türbesinin bulunduğu şehir olan Sivas, kendine “Sultan Şehir” dedi. Bu yaklaşımı öylesine etkili oldu ki, Sultan şehir unvanı, taşıdığı bütün unvanların önüne geçti!
Biz ise hangi unvanı taşımaya kalksak bu şehir için hafif kalıyor!
O zamanda soruyoruz!
Bu şehir Selçuklunun Başkenti değil mi? Sultanlar Tepesi dediğimiz Alaeddin Tepesi bu şehirde değil mi? Sultanlar tepesinde, Selçuklu Sultanları yatmıyor mu? Bu şehrin, Sultanlar şehri olarak anılmasına bir engel mi var? Tarihiyle ve kültürüyle kol kola, omuz omuza yürümesi bu kadar zor mu?
Gün gelecek, bu şehir, kendine takılmış, yakıştırılmış ancak hiçbiri bu şehrin ruhunu ve özünü yansıtmayan unvanların hepsini kaldırıp atacak!
Tarihiyle ve kültürüyle barışacak! İşte o zaman “Sultanlar Şehri” olarak anılacak, şanla ve şerefle!
*****
Bu şehri Doğu Romanın elinden Araplar almadı, İranlılar almadı. Bu şehri Türk oğlu Türk, Selçuk Bey oğlu Arslan Yabgu oğlu Kutalmış oğlu Süleymanşah aldı fethetti. Bu fetih Oğuzun Kınık boyuna nasip oldu. Türkiye Selçuklu Devletini kurmakta, Konya’yı kendilerine Başkent yapmakta…
Bu şehir tarihiyle ve kültürüyle var olan bir şehir!
Bir koltuğunda birden fazla karpuzu tarihin her döneminde her daim gururla taşımış bir şehir.
Tarihinden ve kültüründen alacağı güçle yürüdüğünde, o yürümeye derman yetmeyecek bir şehir.
Bu şehir çok denizler aştı, çok denizler geçti. Çok fırtınalar gördü. Sayısız badireler atlattı!
Çaylarda, derelerde oyalanmasın artık bu şehir.
Çünkü; Daha önünde aşacağı ve geçeceği denizler var!