Sümerler: Milattan önce 4000 ila 2000 yılları arasında birçok hanedanlığın hükümran olduğu bir medeniyettir.
Yeri, bugünkü Irak topraklarında bulunan ve iki nehir arası demek olan Mezopotamya’dır.
Sümerler, 19. yüzyıl ortalarından sonra keşfedilen ve genellikle yabancı arkeologların Osmanlı toprakları olan Irak'ta Mezopotamya’da gerçekleştirdikleri kazılardan elde ettikleri tabletlerde yer alan bilgilerle önem kazanmıştır.
Bu tabletlerden en önemlileri kutsal kitaplarda yani Tevrat ve Kur’an-ı Kerim'de geçen Tufan, yaratılış ve benzeri olayları konu alan tabletlerdir.
Diğer bir önemli tarafı da başta Hammurabi olmak üzere çeşitli kralların kanunnameler neşrederek bir adalet düzeni kurmaya çalışmalarıdır.
Sümerlerin en önemli medeniyet ayağını da yazı dilini keşfetmeleri ve meramlarını, mitlerini, duyduklarını, inançlarını bu tabletlere yazabilmeleridir.
Sümerlerin bu tabletlerde yazdığı mitolojik ve dinsel içeriklerin Kur'an ve Tevrat’a kaynaklık ettiği yolundaki iddia kesinlikle bir saçmalıktır.
İşte, son yıllarda Sümer mitolojisi ile ve kil tabletleriyle “Kutsal kitapların bunlardan alıntı olduğu ve dinlerin Sümerler ile başladığı” konusundaki saçma iddialar ne yazıktır ki ülkemizde de çeşitli ortamlarda dile getiriliyor. Müslümanlar ve inananlar üzerinde olumsuz etkiler bırakmayı amaç edinen bu tür iddiaların gerçeklerle ve bilimsellikle zerre kadar ilgisi yoktur.
Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin genel halkının bunlara inanacak bir durumları yoktur.
Sümerlerin hazreti Şit ile başlayan ve hazreti İbrahim ile biten 10 peygamberi vardır. Hz İdris Sümerlere medeniyetin temeli olan yazıyı öğreten peygamberdir.
Konuya vakıf olanlar bilirler ki Sümerlerin tabletlerinde, evrenin kayıtsız şartsız tek hükümranı olan Allahtan, ebedi hayattan, meleklerden, cennetten, cehennemden, Tufan’dan Hz Âdem’in ve Havva’nın yaratılışından ve buna benzer dini kaynaklardan bahsedilir.
İşte bütün bunlar Sümerlere gelen bu peygamberlerden kalan doğru bilgilerdir
İnançsız denilen ve yabancı kelimeyle ateizm denilen yola girmiş olan yerli yabancı nice insanlar Sümer tabletlerindeki dini metinleri bir referans alarak “artık inancın bittiği Kur'an'ın Tevrat’ın Sümerlerden alıntı olduğu” gibi bir zırvayla Müslümanları rahatsız ettiklerini sanıyorlar.
Oysa durum hiç öyle değildir.
Sümerler denilen halk yerini Akatlara bırakmış ve Asurlularla devam etmiş o günün şartlarında üstün bir medeniyet kurmuşlardır.
Bu medeniyetin bile bilimsellikten, deneysellikten kesinlikle nasibi olmadığı açıktır.
Mesela onlar dünyayı tepsi gibi, gökyüzünü de birer kubbe gibi alttan ve üstten yeryüzünü kuşattığını sanıyorlardı, oysa şimdi bilimsel gerçek öyle mi? Dünya, gezegenler, güneş sistemi, galaksiler ve milyarlarca sayısız yıldızlardan oluşan uçsuz bucaksız bir evren.
Sümerlerin medeniyet dedikleri ve Hammurabi kanunları diye yüceltilen yasalarının birinde de aynen şöyle geçer “Eğer bir kişinin gözü çıkarılırsa gözü çıkaran saldırgan üst sınıf elit tabakadansa para öder ama saldırgan zayıf halk sürü tabakasındansa aynen onun da gözü çıkarılır” bu mu Adalet?
Ağırlık kazanan görüşe göre Nuh Aleyhisselam Sümerlerden önce yaşayan ve “birinci baba” olan Adem’den sonra “ikinci baba” adını almıştır.
Bu arada geçen onlarca peygamber Âdem, İdris, Nuh gibi peygamberler ve Sümer peygamberi olarak bilinen İbrahim Aleyhisselam ve İdris Aleyhisselam hep birer tevhit ehli peygamberdir.
Bu peygamberler onlara tek Allah'ı ve inanç sistemini ne kadar anlatsalar da onlar aradan geçen zamanlarla akıllarında kalanları başta Nuh tufanı, yaratılış olmak üzere tabletlere nakşetmişlerdir.
Yani Sümerlerin tabletlere nakşettiği bütün dinsel metinler peygamberlerden alıntıladıkları birer kopyadır ama bozuk, yarısı tahrife uğramış birer kopyadır.
Bütün insanlık tarihinde olduğu gibi Sümerlerde de krallar kendilerini Tanrı yerine koymuşlar karılarını da tanrıça yerine koymuşlar insanları sürü halinde kendilerine secde ettirmeyi sürdürmüşlerdir.
Dumuzi ve Ananna bunun en önemli ayağıdır.
Sümerlerde iki nehir arası Mezopotamya’daki iki nehir Fırat ve Dicle’dir. Fırat güneşi, Dicle ayı temsil etmektedir ve Sümer kralları bu iki nehre hayat kaynağı diye, insanları taptırmaktadırlar.
İşte tam bu sırada Sümerlerin son peygamberi sayılan İbrahim Aleyhisselam ünlü; “yıldızı gördü, ayı gördü, güneşi gördü” ayetleriyle Kur’an’da anlatıldığı gibi Sümerlerin saçmalıklarından uzaklaşarak gerçek tevhidi anlatmaya ölümü pahasına, ateşe atılması pahasına başlamıştır.
İşte Sümerlerin yıldıza, aya ve güneşe tapmalarını İbrahim aleyhisselamın protesto edişini anlatan ayetler:
“Üzerine gece karanlığı basınca, bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları sevmem” dedi.
“Ay’ı doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de sapıklardan olurum” dedi.”
“Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim! Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi.”
““Ben, hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim.”” (Enam 76-79)
Hazreti Nuh da yine bir Sümer peygamberi olarak Nuh suresinde geçtiği gibi onları putlardan uzaklaştırmaya çalışırken onlar: “Sakın şu 5 putu terk etmeyin” diye kendi elleriyle yaptıkları putlara tapınmalarını zorluyorlardı.
“İnsanlara dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved’den, Suvâ’dan, Yegūs’tan, Yeûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin!” (Nuh 23)
Şunu kesin olarak inanıyoruz ve asla şüphemiz yoktur ki bütün peygamberler tek Allah'tan aldıkları inanç sistemini ümmetlerine bildirmişlerdir.
Onlar görevlerini tam yapmışlardır ancak onlar gittikten sonra uzun zamanlarda insanlar başlarındaki krallar ve kraliçeler tarafından tekrar putperestliğe itilmişlerdir.
Bunu da masumane gerekçelerle yapmayı başarmışlardır, mesela Allah'ın dört meleğinin görevlerini anlatan peygamberlerden aldıkları bilgi kırıntılarından insanları yer tanrısı, gök tanrısı, yok Rüzgâr tanrısı, su tanrısı gibi Allah'a yardımcı tanrılar uydurmuşlardır.
Bir de Krallık düzeninin ve hanedanlıkların olmazsa olmazı olan “krallar padişahlar Allah'ın gölgeleridir” sözüyle bunu başarmışlardır.
“KrallarAllah'ın adaletini temsil ederler ve onun isteklerini insanlara uygulatırlar uygularlar” gibi masum bir yoldan yola çıkarak kendilerini sonuçta Allah'ın yardımcısı biraz daha öte giderek de yer tanrısı gök tanrısı su tanrısı Rüzgar tanrısı gibi adlarla tapındırmışlardır.
Ateistler özellikle Sümerologlar Müslümanları ve diğer inanç sahiplerini kandırmak için bu Sümer kazılarından çıkan dini metinleri büyük bir koz olarak kullanmaktadırlar.
Ama dediğimiz gibi bu çamur tutmaz, o çamur kurumuştur ve dökülmeye başlamıştır.
950 sene yaşamış azim sahibi bir peygamber olan Nuh Aleyhisselam bir gemi yaparak denize açılıyor ve tufanla inananların kurtulmasına teşebbüs edip başarıyor?
İbrahim Aleyhisselam ateşlere atılma, babasıyla karşı karşıya gelip düşman olması pahasına neden putları kırmaya başlayarak tek Allah'a inandırma görevine azmetsin ki.
Ülülazim peygamberlerden Musa Aleyhisselam firavunun sarayında yetişmiş, krallar gibi yaşarken Allah'tan aldığı vahiy ile firavunla karşı karşıya neden gelsin ki?
Bir mabette hizmetçi olan bakire kızdan Allah'ın lütfuyla dünyaya gelen İsa Aleyhisselam hiç evlenmeden ömrü boyunca yürüyerek insanların dertleriyle ilgilenip onları tek Allah'a inanmaya neden uğraştı?
Ve son peygamber hazreti Muhammed Mustafa (sav) anasız babasız büyümüş bir yetim olarak etrafında herkesin putlara taptığı bir ortamda bütün cesaretini toplayıp kendisine verilen ilahi talimat gereği tek Allah'a inanmaya niye çağırıyor?