- "Ümmetimin değerden düşmesi, bozgunluğa düştüğü, bozulduğu zaman olur; ancak ümmetimin bozgunluğa düştüğü zaman benim sünnetime sarılan değerden düşmez, bozulmaz…"
Yedi Vaazının Birinci Meclisi’ne “Besmele” ile başlayan ve Resulü Ekrem Efendimiz’in İslâm ümmetine gönderilişini “Halkı, helak uçurumundan, azap tehlikesinden kurtarmak için Muhammed'i, esenlik ona, "Her yana yayılan sancakla, kınından sıyrılmış kılıçla göndermiş", peygamberliğinin güneşini dolunaylar gibi parlak bir toplulukla kuşatıp doğdurmuştur; kalbine de, nur gibi parıl parıl parlıyan ve kalplere şifa olan bir kitap indirmiştir.” Sözleriyle dile getirdikten sonra “Ey insanlar, rabbinizden size bir öğüt ve gönüllerdeki dertlere şifa geldi.”(Yunus/57) âyetiyle de perçinleyen Hz. Mevlâna, İki Cihan Güneşi’nin neden gönderildiğini de şu söylerle dile getiriyor:
“Halk aslı olmayan şeylere uymuşken onu doğrulukla ve doğru yolu göstermek için gönderdi; onlarsa körlerdi, görmüyorlardı; sağırlardı, duymuyorlardı; dilsizlerdi, konuşamıyorlardı (Ârâf/179). Allah'ın rahmeti ona ve soyuna olsun; bilhassa suçlardan çekinen Ebû-Bakir Sıddık'a, doğruyla aslı olmıyanı ayırdeden temiz Ömer'e, iki nur ıssı arınmış Osman'a, Tanrı rızasını kazanmış, ahdine vefa eden Ali'ye, başka muhacirlere ve ansâra olsun; çok çok esenlikler onlara.”
“A benim sultanım, a benim padişahım, bizim hırs ateşimizi rahmet suyunla söndür; özliyen canlara birlik şarabını tattır. Gönlümüzün marifet ışıklariyle, birlik sırlariyle nurlandır, aydın bir hale getir. Sonsuz, kıyısız-bucaksız rahmet ovanda açıp yaydığımız umut tuzaklarımızı, dilek ağlarımızı kutluluk kuşlariyle, yücelik avlariyle şereflendir, yücelt.” şeklinde münâcâtta da bulunan Hz. Pîr, Efendimiz’e salat ve selâmla birlikte övgüler göndererek ilk hadisi şerifi şöyle yorumluyor:
SÜNNETE SARILAN BOZULMAZ…
"Ümmetimin değerden düşmesi, bozgunluğa düştüğü, bozulduğu zaman olur; ancak
ümmetimin bozgunluğa düştüğü zaman benim sünnetime sarılan değerden düşmez, bozulmaz; hem de ona yüzbin şehidin sevabı verilir." Allah'ın elçisi doğru söylemiştir. İki âlemin elçisi insanlara ve cinlere yol gösteren, "Ömrün hakkıyçin" hususiyetine mazhar olan, "Sen olmasaydın" yüceliğiyle yüceltilen, "Ben Arabın en güzel söz söyleyeniyim" hükmünce en güzel ve yerinde söz söyliyen, "Âdem de, ondan sonrakiler de kıyamet günü benim sancağımın altındadır; fakat övünmem ben" hükmünce kendisine uyulan, izi izlenen, 'Yokluk övüncümdür" diyen, şöyle buyurmaktadır:
Ümmetimin değerden düşmesi, bozgunluğa düştüğü zamandadır. Yâni, benden sonra hiçbir peygamber gelmiyecektir; hiçbir peygamberin ümmeti de benim ümmetimden üstün olmıyacaktır; netekim ümmetim, İsâ ve Mûsâ ümmetinden üstündür. Dinimin önceki dinlerin hükümlerini kaldırdığı gibi benim dinimin hükümlerini kaldıracak, bozacak, değerden düşürecek bir din de yoktur. Ey Allah'ın elçisi dediler; o halde ümmetin ne yüzden değerden düşer? Buyurdu ki: Ümmetim bozulmaya başladı mı, bozgunculuğa girişti mi, giyindikleri, iki dünyada da parıl-parıl parlayan “Tanrıdan çekinme elbisesi daha da hayırlıdır" (6) elbisesini, suç dumanı bürür; giyinmiş oldukları gökyüzünün o atlas elbisesini, Muhammed'e mensup o değerli ipek kumaşı yıpratırlar; islere-paslara bularlar, değerden düşürürler. Ey Allah'ın elçisi dediler, böylece islere-paslara bulanır, değerden düşer, suç isiyle değersiz bir hale gelir de, "Şüphe yok ki Allah, kendilerine cenneti vermek üzere inananların canlarını, mallarını satın almıştır" (Tevbe/111) müşterisi alıcılığa girişmez, onların değerden düşmüş kulluk kumaşlarını almaz, "Ecirlerini sayısız olarak öder" (Zümer/10)pahasını vermezse; onlar da parasız-pulsuz, azıksız-sermayesiz kalırlarsa halleri nicolur?
Sünnetim şudur: Dostlarım, yollarını yitirdiler de, yanlış yola saptılar, suç dikenliğine ayak bastılar da ayakları o dikenlikte yaralandı mı, inad edip, ısrar edip o dikenliğe gitmemeleri gerek; çünkü inat kötü şeydir.
Ayaklarının tikenden yaralandığını gördüler mi, yanlış yola saptıklarını bilmelerini, dikenliğe düştüklerini anlamaları, önlerine, artlarına bakıp yoldaki belirtileri görmeleri gerekir. Çünkü ben, bu feryada erişilmez, iz belirmez yolda, yolcular o belirtileri arayıp bulsunlar, akılları şaşıp başları dönmesin, avcuların karda avın ayak izlerini aradıkları, o izleri izleyip koştukları gibi bu sapıklık, bu azgınlık karında benim, adı sünnet olan ve doğru yol gösteren, önceki ve sonraki ayak izlerimi arasınlar, bulup birbirlerine söylesinler diye havaya belirtiler koymuşum, bu çölde ırmaklar akıtmışım, birbiri üstüne taşlar yığmışım. Benim ayak izlerime uyarlar da suç dikenliğinden yuları çevirirlerse makbul oluş gül bahçesine dalarlar; ebedî zevk ve sefaya dalan, sonsuz padişahlık süren güzellerle, şehitlerle atbaşı beraber yürürler; bilece oturur, düşer-kalkarlar; bir kadehten içerler, onlarla eş-dost olurlar.”
YARIN: “Ay ışığını saçar, köpekse havlar durur…”