Dünya sulak Alanlar Günü olan 2 Şubat’ta Sulak alanlar bir kez daha sessiz sedasız anıldı.
Dünya’daki “Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi”, 1971 yılı Şubat ayında İran’ın Ramsar kentinde imzalanmıştır. Bu sözleşme, taraf olan ülkelerin her birini, sulak alanları korumakla ve bunların akılcı yönetimini sağlamakla yükümlü kılmaktadır. Sulak alanların korunmasının önemine kamuoyunun dikkatini çekmek üzere 1997 yılından bu yana Sözleşmenin imzalandığı 2 Şubat tarihi, “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kutlanmaktadır. Tabii kutlanacak sulak alan kaldıysa.
Uluslararası Sulak Alanlar Koruma Sözleşmesini takip eden Ramsar Sekretaryası, 2016 Dünya Sulak Alanlar Günü’nün bu yılki temasını “Sürdürülebilir Geçim için, Rızık için Sulak Alanlar ” olarak belirlemiştir.
Sulak Alanlarımızın korunması ülke tarımın teminatıdır, gıda güvenliğinin teminatıdır, iklim değişikliğinin teminatıdır, doğal dengenin teminatıdır; toprak bütünlüğümüzün teminatıdır. Kısaca Sulak Alanlarımız geleceğimizin ve geçimimizin teminatıdır.
Türkiye’nin Sözleşme kapsamında, 14 adet Ramsar alanı mevcuttur. Mülga Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından Konya kapalı havzasında bulunan Meke Maarı (Karapınar’daki Meke Krater Gölü) 2005 yılında, Kızören Obruğu ise 2006 yılında Ramsar Alanı olarak ilan edilmiş ve uluslararası koruma altına alınmıştır.
Ülkemizdeki 14 Ramsar alanından 2’si bizim bölgemizde bulunmaktadır. Gerçekte ülkemizde 76 uluslararası A sınıfı nitelikte olmak üzere 135 ulusal ve uluslararası bir o kadarda mahalli öneme sahip pek çok sulak alan bulunmaktadır. Bunlardan belli başlılarından olan Tuz Gölü, Beyşehir Gölü, Akşehir Gölü ve Ereğli Sazlıkları bu bölgededir. Ve bölge halkının korumasına emanet edilmiştir.
4915 Sayılı Kara Avcılığı Kanunun 4. maddesi 4. paragrafında “…canlıların üremesine ve korunmasına imkan veren doğal yaşam ortamları zehirlenemez, sulak alanlar kirletilemez, kurutulamaz ve bunların doğal yapıları değiştirilemez” hükmü gereği sulak alanların kirletilmesi, kurutulması ve doğal yapılarının değiştirilmesi yasaklanmıştır” ifadesi yer almasına rağmen
Konunun uzmanları Türkiye'nin, 20'nci yüzyılın başında yaklaşık 2.5 milyon hektar olan sulak alanının özellikle 20 yüzyılın son çeyreğindeki çevre tahribatlarıyla birlikte yaklaşık % 50 sinin habitatının geri dönüşü olmayacak biçimde kaybedildiğini ve hali hazırda 1.250 hektar sulak alanımızın kaldığını belirtmekteler. Bu demektir ki gerekli tedbirler alınmaz ise kalan yarısını da kaybedebiliriz.
Türkiye yarı kurak iklim kuşağında yer aldığından, su kaynakları ve sulak alanların akıllı yönetilmesi ve verimli kullanılması gerekmektedir. Ancak Su ve Sulak Alanlarla ilgili mevzuat ve sorumlu kurum ve kuruluş karmaşası devam etmektedir.
Sulak Alanların koruması konusunda, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı başta olmak üzere ilgili resmi ve özel kurum ve kuruluşun yanı sıra pek çok sivil toplum örgütü de alarm verircesine konuya dikkat çekmekte ve suyun tasarruflu kullanılmasına, sulak alanların korunmasına işaret etmektedir. Ancak maalesef sulak alanlarımız kirletilmeye ve sulak alanlarımız yok olmaya –kurumaya-devam etmektedir.
Buna rağmen Türkiye sahip olduklarıyla Ortadoğu’nun önemli su kaynaklarını elinde tutan ve kontrol eden bir ülke olması nedeniyle dünyanın pek çok ülkesinin gıpta ettiği ve göz koyduğu bir ülkedir. Günümüzde bu coğrafyada yaşanan hadiselerin geri planında bu konunun da yattığı unutmamalıdır.
Açıkçası Ortadoğu coğrafyasında SU sıcak çatışmaların çıkış nedeni olabilecek stratejik bir madde kapsamındadır. Bu bakımdan elimizdeki hazinelerin kıymetini çok iyi bilmeli ve sahip çıkmalıyız. Kalın sağlıcakla.
ÇEVRECİ SÖZÜ: Sulak Alanlarımız can damarımızdır, kesmeyelim.