Uzunca bir zamandır hemen her yerde ekonomi odaklı muhabbetlere şahidiz. 7’den 70’e herkes siyaset ve ekonomi uzmanı. Herkes gönlünden geçeni sanki gerçekmiş, üzerinde fikir birliğine varılmış, uzman görüşüymüş, test edilip onaylanmış gibi dikte etmekle meşgul.
Çay ocakları ve berber koltukları kimin nerede ne yaptığının, ülkenin nereden gelip nereye gittiğinin öğrenilebileceği nokta atışı yerler derdik. Şimdiyse okullar, toplu ulaşım araçları, marketler vd. her yer şikâyet, sitem ve umutsuzluk yüklü sitayişkâr konuşmalarla kuşatılmış durumda.
Âdemoğlu kendisine sunulan nimetleri idrak edemeyen, şükretmeyen; olunca şımaran, olmayınca tabir-i caizse isyan eden nankör ve varlıktır. Hak kitap ve tarihin tozlu sayfaları dünya yaratıldığından beri çeşitli sıkıntılarla boğuşulduğunu, salgın ve kıtlık zamanları, ekonomik zorluklar yaşandığı misalleriyle yüklüdür ama ikazların onlara yapıldığını akletmek işimize gelmez.
Yakın zamana kadar bolluk içinde rahat şartlarda tüketime ve dünyevî olana alışan bizler haddimizi aştık, kendimizi olduğumuzdan farklı görmeye başladık. Kartopu misali toplumun geneline sirayet eden bu hâl konuların, değer yargılarının ve önceliklerin şeklini şemâlini tarumar etti.
Ailemize ve çevremize sahip çıkıp onlarla kenetlenmekten mutlu olan, yalnız kalmayı becerebilen, tevekkülle de hemhâlken şimdi gösteriş çağının birer objesine dönüştük, bizi biz eden erdemlerden bile isteye imtina ettik.
Nereye savrulduğumuz konusu birkaç cümleyle geçiştirilecek bir mesele/yara değil. İhtiyaçlardan ziyade hava atmayı, ‘başkası ne der’ putunu baş tacı ettik.
Her şeyden ve herkesten çok sevmemiz gereken ‘Büyük ve Eşi Benzeri Olmayan Rabbimiz’ yerine başka şeylere kul olduk tabir-i caizse. Bu kimi zaman bir teknolojik alet, araba, ev, kıyafet, bakım ürünleri yahut gönül bağladığımız aşkımız, hatta evlâtlarımız oldu. Allah da bizi sevdiklerimizle, bağlandıklarımızla, peşinden gittiklerimizle imtihan ediyor. Bundan daha adil karşılık var mı? Tevekkülü ve şükretmeyi hayatımızdan çıkardığımızdan beri benmerkezci bir yaşamın kurbanlarına dönüştük. İçi boşaltılmış, gerçek erdemlerden ve anlamlı olandan uzak, huzur vermeyen, -mış gibi yaşatan sahte, post truth dünya.
Ekonomiden önce düşünmemiz gereken daha mühim dertlerimiz var. Yitirdiğimiz örnek insan, ahlâk, toplum ve aile ideallerine, yani aslî kodlarımıza, fıtratımıza dönmek gibi. Ne kadar dert ediyoruz kendimize ve düşünüyoruz etraflıca.
Söylediklerimizi hayattan basit misallerle somutlaştırabiliriz. Her dediğimizi yapan, isteklerimize kavuşturan birine, meselâ anne babamıza dahi belli karşılıklar vermediğimizde tatsızlıkların çıkması kaçınılmazdır. Bize iyilik yapan arkadaşımıza/ dostumuza arada karşılıklar vermediğimizde, gereğini yapmadığımızda önceki sıcaklığın korunamayacağı aşikârdır. İşe geç kalırsak, verilen görevleri yapmazsak amirlerimizle aramızın açılması da muhtemeldir vd. uzar gider liste.
Bize küçücük dahi faydası olana minnettarızdır, bunu dillendiren destanlar yazarız ya da sorumluluğumuzu yerine getirmediğimizde amir(ler)mizin ne karşılık vereceği takıntısıyla kaygı ve korku yağmuruna tutuluruz. Statümüzde yükselmek ve daha çok para kazanmak, patronumuzun gözüne girmek için tüm işlerimizi dikkatli ve sürekli yapmaya gayret ederiz.
Tahmin edeceğiniz gibi burada söylenecek hakikat, klişe de olsa şu sorudur; Peki sana her şeyi veren, üstün niteliklerle donatan, yeryüzündeki tüm canlı ve cansız yarattıklarını hizmetine veren Allah için sen ne yaptın?
Çizdiğim tablonun vehâmetini en tesirli ortaya koyan işte bu hâlden nasipsiz kalmaktır. Şimdilerde ‘Allah için sen ne yaptın?’ minvalinde konuşmalarda göreceğiniz yaklaşım aşağı yukarı bellidir, tahmin edersiniz.
Bireyin önce kendisinin, sonra tavsiye edilen usûllerle çevresinin, nihayetinde toplumun bütününün kalbine dokunması ile diriliş, ardından şahlanış dönemi yaşanacaktır Allah’ın izniyle. Müslüman ümitvâr olmalı neticede.
Had bilmez konuşma ve tavırlarla, nankörlükle, mutluluğu ve huzuru olmayacak yerlerde aramakla ‘Her Şey Çok Güzel Olacak’ diye kendimizi kandırır dururuz. Etrafımız bu ahvâlin örnekleri ve dersleriyle/ibretleriyle dolu değil mi?
“Nasıl oluyor da insanlar anlamıyor, nasıl olur da her şeye rağmen memnun, insan hiç mi düşünmez, hiç mi akıl fikir yok? Hayıflanmalarının, isyanının kökenleri de baştan beri anlattıklarımızda.
Yüce Rabbimiz ‘akletmez misiniz, düşünmez misiniz?”, ‘Allah’tan başka Rab edinmeyin, başkasına kulluk etmeyin’ der Hak Kitabımızın pek çok yerinde, biz insanoğlu ise işte dedik ya insan nankördür, dünya da sürgün yeridir.
Hayırla kalınız…