Dün sabah erken saatlerde şehri dolaşmaya çalıştım. Bazı yerlerde durdum. Bir köşeye çekildim. Dakikalarca bölgeyi, insanları, gelişleri ve çıkışları izledim. Yanımda oturanlara kulak misafiri oldum. Çünkü onları dinlemek için özel gayrete ihtiyaç yoktu. Bağıra bağıra konuşuyorlardı. Yine Suriyelileri dinliyordum ama anlamıyordum. Sadece mimiklerinden hal ve hareketlerinden durum analizi yapabiliyordum.
Nereli olursa olsun bu şehirde yaşayan insanların hal ve hareketleri inanın bu toprakların tarihi, kültürü, geçmişi, örf ananeleri ile ve de gelecek adına ümitlenmek için hiç de iyi şekilde örtüşmüyordu.
Asıl o içimi yakan sağlık konusuna gelmeden önce bize haftada iki üç kez “Yerli” rumuzu ile mesaj gönderen okurumuz dün yine aynı cümlelerle sesleniyordu “Hacı abi bu İstanbul Caddesi ne olacak abi? İş hanlarında Suriyeliler yaşıyor camlara çamaşır asıyorlar Hacı abi…” diyordu.
Bizlerin önce kültürümüze örf ve ananelerimize uymasa da artık bizden birileri olan bu Suriyelilere alışmamız ve kabullenmemiz gerekiyor.
Şimdi bu cümleleri okuyan birilerinin oturdukları koltuklarından zıplayıp bana kızdıklarını görür gibiyim.
Peki bizim eskiden bu balkona, cama çerçeveye evde ne çamaşır varsa, rengarenk çeşit çeşit çamaşır asma gibi bir geleneğimiz var mıydı?
Vallahi de billahi de erkek çocuk olarak bizim böyle bildiğimiz bir alışkanlığımızın A’sı yoktu.
Gelin görün ki ne İstanbul Caddesi bu şehrin neresine giderseniz gidin, en sosyetik semtinden en garip semtine bu tür çamaşır asma ve sergileme işi benim de kanıma dokunuyor. Haaa Suriyeliler için ise galiba bu iş bir gelenek görenek meselesi.
Mesela Meram’da hem de Meram’ın en müstesna semtinde oturan bir okurumuz sürekli olarak bana balkonda sabahlayan komşunun fotoğraflarını atarak isyanları oynuyordu.
Allah rızası için bizim Konya’mızda bırakın balkonda öyle sere serpe yatma işini otururken bile bir adap kural vardır değil mi?
Haaa Adana’da Urfa’da hâlâ damlarda yatılır mı? Evet yatılır… Ama hangi semtinde hangi bölgesinde? O da tartışılır değil mi?
Onu bunu bilmem geçen yıl Almanya’da bir düğün törenine katıldım. Saat 10’da davul ve zurna ile Türk Bayrakları ile başlayan gelin alma işi iki üç şerit konvoy yapma, yol kesme, renkli meşaleler ve tekbirlerle kız alma geleneği tıpkı bizim şehirlerdeki gibiydi.
Bize alışan ve artık bunları yadırgamayan Almanlar olduğu gibi ellerinde fırsat olsa bir kaşık suda boğmak isteyenlerin olduğunu da bakışlarından görebiliyorduk.
Bence bizim Suriyelilere alışma işimiz ve birbirimizi tanımlama dönemini tamamlama süreci devam ediyor. Afganlılar, Iraklı Türkmenler az sayıda olduğu için fazla göze batmadılar. Araya kaynayıp gittiler. Suriyelileri biraz abartılı olarak içimize almaya çalışınca bu durumlar ortaya çıktı diye düşünüyorum.
Yanılmış da, yanılıyor da olabilirim.
Onun için YERLİ rumuzlu dostumuza sadece “sabır” demekten başka da elimden bir şey gelmiyor.
BİZ KENDİMİZ SAĞLIKLI MIYIZ?
Dün sabah merkez Numune Hastanesinin önce ön kapısında sonra da arka kapısında bir süre oturup gelen geçene içeriyi girip çıkana baktım. Hastaneler para bassa sabahın köründe mesai saati ile böyle insan bu kadar buraya giremez?
O nasıl bir yoğunluktur anlamış değilim.
Böylesine bir kalabalığa içeride ne kadar sağlıklı hizmet verilebilir? Veriliyorsa da helal olsun demekten başka bir şey yapılamazdı.
Daha sonra bir doktor dostumuzla sohbet ettim.
Hani yeni Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk Bey’in ilk icraatı attığı twitler, verdiği kısa mesajlar ile önce eğitim çalışanlarının öğretmenlerinin yeniden öz güvenini ve saygınlığını kazanmak oldu ya.
Bence şimdi de başta hekimler olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına da Sayın Bakan güven vermeli. Bu çilekeş insanların yanında olduğunu hissettirmeli diye düşünüyorum.
Doktor arkadaşımız kıdemli mi kıdemli bir hekim.
Ancak o da mutsuzdu.
Niye?
Parasından pulundan mı?
Hayır hayır… Bir hekim olarak hastaların kendilerine olan tavırlarından artık bunalmıştı.
Yani hasta ya da hasta yakınlarının önce uygunsuz istekleri ardından bu konudaki ısrarları doktorları yıpratmıştı.
Kızı Eskişehir’de okuyan anne kızı adına doktorumuzdan ısrarla rapor istiyordu.
Doktor Bey bunun suç olduğunu, kanunsuz olduğunu anlattıkça anne daha da sertleşiyordu. Hekimin bir yerde aklı belki de hep o Giresun’da yaşanan olaydaydı. Kim haklı kim haksız bilemem. Ama ilk iş olarak milletin gazını almak için doktor açığa alınmıştı değil mi?
Doktora böyle bağıran bir hasta yakını adliyede, bankada, tapuda, askerlik şubesinde ya da karakolda ses tonunu böyle yükseltebilir miydi?
Peki hastanede sağlık ocağında böyle bir istek hem de yüksek sesle istek hakkını ve cesaretini kim, nereden, nasıl alıyordu?
Vallahi sağlık sektörü ve çalışanları adına dün çok üzüldüm.
Eğitim camiası yeniden kendine gelecek gibi ama sağlıkçılar çok sessiz ve çok sıkıntılı onu bir kere daha gördüm.
GÜNÜN OKKALI SÖZÜ
Bazen öyle bir zaman gelir ki bir demet çiçeği alır yola çıkarsınız, fakat çalacak kapınız sunacak kıymetliniz yoktur. Var olanın kıymetini bilelim yok olanın da muhasebesini düşünelim.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Nalçacı’da Vatan ve Millet caddelerinde yasak olmasına rağmen ısrarla çift sıra park yapmaktan vazgeçtiğimiz zaman daha iyi ADAM oluruz.