1963 de çekilen Susuz Yaz Filmini birkaç defa severek izlemiştim. Bunun sebebi filmin konusundan ziyade Anadolu çiftçisinin suya olan hassasiyetini, sosyolojik yapısını ve suya bakışını daha iyi idrak etmek içindi. Filmde çiftçi Osman, arazisinde çıkan suyu kendi başına sahiplenmek ister, ancak suya ihtiyaçları olan diğer köylüleri karşısına alır ve mücadele su savaşlarına dönüşür.
Ben suyu bol olan bir köyde doğmuşum. Öyle boldu ki kontrolsüz şekilde akıp giderdi. Kayseri sınır köyünden gelen bir dere, köyümüzden doğan iki kaynakla takviye alarak bir dere halinde Kızılırmak’a kadar akardı. Akan bu iki dere uzunluğu 15-20 km lere varan geniş çayırlıkları sulayarak komşu köye geçerdi. Bu çayırlıklar komşu köylerden gelen ırgatlarla, süresi 1 ay kadar sürelerle tırpanla biçilirdi.
Köyümün farklı ki arazisinden çıkan 2 kaynağın altında köy halkı ihtiyaçlarını karşılamak üzere genelde sebze yetiştirdiği, büyüklüğü 1-3 dekara varan bahçelere sahipti. Bu bahçeler (bostan da derdik) daha çok köyü kuran ailelere aitti. Yazları, okul dışında ki dönemlerde bostana gitmeyi çok severdim.
Burada hem yeşillikleri, hıyar ve kelekleri (kavunun küçüğü), hem de kara düzen ocaklarda pişirilen yemeklerden sonra kalan közlerde, pişirilen közlenmiş sıcak taze mısırları yerinde yemeye bayılırdım. Anama sulamada yardımcı olur, ya da yeşil alanlarla da akranlarımızla oynar veya güreşler tutardık.
Kaynaktan çıkan su, çoğu zaman su kaynaklarına yakın olan bostanlarda aşırı kullanıldığı ve doğru paylaşılmadığı, bu sebeple de alttaki bostanlara yeterli su gitmedi zamanlarda komşular arasında münakaşalar olurdu. Bir süre sonra münakaşalar sona erer, tüm bostancılar öğle yemeği için de bir araya gelirdi.
Bu yazdıklarımın çoğu benim 50-60 sene evvel bizzat yaşadığım hatıralarımdır. Şimdi oralarda yeller esiyor. Ne su kaynakları kaldı, ne bostanlar, ne de çocuklarına taze mısırları közleyen anneler, nineler.
Son 30 senede kaya yarıklarında ne veya çayırların ortalarından kaynayan sular tükendi. Bu arada bostanlar yerini daha modern köy evlerindeki bahçelere bıraktı. Ev çevresinde 50-100 metre karelik bahçeler eski tadı vermiyor. Herkes evine kapandı, kendi derdine düştü, bostan kültürü de sona erdi.
Şimdilerde bahçe kültürü de yok olmak üzere. Küresel ısınma, aşırı su tüketimi ve yetersiz yağışa bağlı olarak kuraklık mahalli kültürleri ve medeniyetleri tüketiyor. Herkes kendi derdine düşmüş durumda. Kırsalda bile bırakın sulama suyunu, evlere gelen su kaynakları da artık can çekişiyor.
Özelikle köyüm gibi, İç Anadolu Bölgesi (tabii ki diğerleri de) kuraklıkla karşı karşıya, yani kuraklık ve ısınmanın tüm menfi çıktılarını yaşıyor. Bu sene buğdaylar ve ayçiçekleri ve de mısır gibi diğer bitkiler de tohum bağlama problemleri oldu.
Hafta sonu sıla- rahim yapmak amacıyla 2-3 günlüğüne köyüme misafir oldum. Köyümün çoğu yakın akrabam. Her birinin şikayeti aynı, Susuz Yaz. Köyün 4 yanından sular patlayan koca köy bırakın sulama suyuna, içme suyunda ulaşmada dahi sıkıntılar yaşıyor.
Kaynak sularının geldiği ana ve tali damarlar, çevre köylerin yeraltı su rezervlerini zirai sulamada kullanmak üzere yüzlerce kuyu açarak, kesilmiş durumda. Yine artezyen yaparak köyün içme suyu ihtiyacını besleyen pınarlar da, damarları kesildiği için suyu akıtmıyor.
Burada vakıf çeşmeler de susuz durumda. Köyün ortasında koca çeşmedeki demir oluktan hızla akan su da akmıyor. Bu koca Çeşmenin beton kanalları artık hayvanların su ihtiyacını karşılamıyor. Koca çeşme “beni susuz bıraktınız” diye köyüne küsmüş, mahzun durumda.
Görünen odur ki, benim sulu köyüm susuz kalırsa, tüm ülkem çoktan susuz kalmaya mahkûm.