Bir taraftan dünya genelinde iyi niyetli insanlar iyi şeyler ortaya koyalım, yapıcı olalım derken diğer taraftan kalbi bozuk, nesebi bozuk, sütü bozuk olanlar da boş durmuyor. Nerede hayırlı bir şey varsa bozmak için uğraşıyorlar. Hacı emminin birini kızdırmışlar, ha bire de üstüne gidiyormuş muzip gençler. Hacı emmi demiş ki "ulen oğlum benim sabrımı zorlamayın, eğer ağzımı bir açarsam alayınızı gruba dahil ederim. Hacca da gittim geldim, etmeyin hacılığımı heder ettirmeyin benim." Onun misali insanın bazen sabrının zorlandığı hadiselere şahit oluyoruz. Her türlü kelam etmeye pek ala insanın dili döner amma, ah o ar damarımız müsaade etmez ki dostlar.
Ben fırsat buldukça gönlü boş olmayıp hoş olan, sohbetleri tatlı anılarla dolu dedelerle karşılaştığımda onları özellikle konuşturur ve dinlerim. Onların anlattığı güzel hatıralarından, orijinal hikayelerinden dersler çıkarırım. Eski kamyon garajı mevkiinde böyle bir dedemle karşılaşmıştım. Biraz tanışmadan sonra gönül kapıları açıldı ol muhabbetin güzel rayihalarından gelmeler gitmeler başladı. Laf lafı açtı, "Dur, sana sütü bozuğun hikayesini anlatayım" dedi. Pek hoşlanılmayan bir söz olduğu için onun bu cümlesini biraz yadırgadım ama, yine de o anlattı ben de dinledim.
Padişah bir kaç veziri (bakanı) ve bir heyet ile ava çıkmış. O dağ bu dere dolaşıp, bir kaç av vurduktan sonra geri dönerken bir vadiye uğramışlar. Oradaki koyun, keçi, sığır, at ve develerin arasında bir tay görmüş ki, o kadar çok meftun olmuş taya. "Vezirim git şu tayı kaça verirse çobandan satın al getir" demiş. Çoban vezire; "efendim bu tay padişahımıza olmaz, bundan at da yapılmaz, bu tay sütü bozuk bir şey" demiş. Padişah, çoban tayı satmak istemediğinden onu kötülüyor düşüncesiyle ısrar etmiş ve fazlasıyla para ödeyerek tayı satın almış. Saraya getirip seyis başına bu tayın iyi bir binek atı olarak yetiştirilmesi için emir vermiş. Aradan 2 yıl geçmiş. Seyis yetiştirip at yaptığı tayı çekip padişaha getirmiş. At görmeye doyulmaz güzellikte, parıl parıl parlıyor. Padişah büyük bir hevesle ertesi gün ava çıkmak için avânesine emir vermiş. Yine dağları tepeleri dolaştıktan sonra bir dereden akarsudan geçmek istemişler. Aman Allahım o da ne? O küheylan at dereden geçerken suya yatıvermiş. Padişah üstünde şaşırmış kalmış. Zorla kaldırmış, lakin iki adım attıktan sonra yine suya yatmış. Bir daha, bir daha derken zorlukla karşıya geçmişler. Doğruca tayı ilk gördüğü vadiye, çobanın yanına varmışlar. Padişah durumu öfkeyle çobana sorunca çoban demiş ki: "Efendim, padişahım ben size çok ısrar ettim, ondan size at olmaz, o sütü bozuk bir şey dedim ama siz beni dinlemediniz" deyince padişah, "dur bir dakika sütü bozuk demekle sen neyi kastediyorsun" demesi üzerine çoban nihayet gerçeği anlatma fırsatı bulmuş. "Padişahım bu tayın annesi doğum yaparken öldü, ben de bunu manda sütü ile besleyip büyütmüştüm. Biliyorsunuz mandalar suyu çok sever ve nerde su görürse yatarlar" deyince padişah acı gerçeği anlamış. Ama taya harcadığı tüm emekler ve beslediği hevesler de boşa gitmiş. O tatlı dilli dedem eliyle sakalını sıvazladı ve söyle dedi: Eee işte böyle evladım. Başkasının yemiyle, sütüyle beslenen sütü bozuklara güvenip yola çıkılmaz. Çünkü onlar en kritik yerlerden geçerken adamı yarı yolda bırakırlar! İnşaallah umarız ki, bu sütü bozuk hikayeleri bu ovalarda, bu vadilerde, bu dağlarda artık yaşanmasın.