Ziraat Okuluna başladığım 1960 yılından bu yana Konya Ovasında yapılan tarımı, özellikle de yer altı sularıyla yapılan sulamayı izliyorum. Gün oldu su azlığından, gün oldu su çokluğundan problemler yaşandı. Suyun huyu bu: Donuyor, akıyor, uçuyor, kaçıyor, taşıyor, yıkıyor, hayat veriyor... Su azlığı sebebiyle Konya havzasında mısır ekilmesini istemeyenler, Konya’da su çokluğuyla ilgili olarak benim şahit olduğum kâbusların ne kadarını gördü, gördüyse bu teslimiyetçi yaklaşımı niçin benimsedi, bilmiyorum. Ama suyun huyu bu, gerekli önlemler yeterince alınmadığı takdirde suyun varlığı da, yokluğu da, azlığı da çokluğu da problem çıkarabiliyor. Geçmişte sudan çekilen sıkıntıları unutmadan, mevcut suyu daha iyi yönetebilmeli, daha tasarruflu kullanabilmeliyiz. Bence işin sırrı burada. Ama bunu, yeni sulama kuyuları açılmasını ve mısır ekilişini engelleyerek değil, “Derya kıyısında abdest alırken bile suyu tasarruflu kullanınız” Hadis-i Şerifine uyarak yapmalıyız. Bu, açılmış ve açılacak bütün kuyuları ruhsatlı hale getirip, kontrol dışı, kayıt dışı kuyu bırakmadan, bütün kuyulara su saati takıp, herkese dönüm hesabı, adilce su tahsis etmekle mümkün olabilir.
1970 yılında, Kontrollu Zirai Kalkınma Kredilerinden sorumlu Ziraat Teknisyeni olarak Karapınar Ziraat Bankasına atandım. O yıllarda Tatlıcak Mahallemiz dâhil, Ereğli’ye kadar olan yolun her iki tarafı da büyük oranda bataklık gölüydü. Konya’ya bağlı ova köylerinde ve ilçelerde, ekilebilir arazilerin çoğu sular altındaydı. Birçok mevkide kayıklarla dolaşılıyor, balık tutuluyordu. Karaman ve Aksaray’da da arazilerin önemli bir kısmı yine sular altındaydı. Bu göller, yer altı suyunun aşırı yükselmesi sebebiyle oluşan bataklık gölleriydi. Ekilebilen arazileri yıllarca işgal eden bu fazla su, çiftçiyi çaresiz bırakmış, canından bezdirmişti.
Sondaj kuyusu ve derin kuyu pompası henüz çok yeniydi, bilinmiyordu. Rakımı yüksek olan kıraç arazilerdeki ekinler susuzluktan kuruyordu. Rakımı biraz düşük olan mevkilerde bitkiler, yer altı suyunun sürpriz bir şekilde yeryüzüne çıkması sebebiyle sık sık kuruyordu (Su kesiği). Rakımı çok düşük olan mevkilerdeki arazilerse yıllardır zaten su altındaydı. İpotek verilecek tapulu arazileri keşfe gittiğimde bazen gölün altında, uzaklarda bir yer gösteriliyordu. Özellikle Hotamış ve çevresindeki köyler çok mağdur durumdaydı. Almanya işçiliği tek ümit kapısı gibi görünüyordu. Ankara’ya bazılarının dilekçelerini ben yazdım. Almanya için onlara öncelik verildi. En güzel yıllarını, gençliklerini gurbet ellerde, Almanya’da bırakıp geldiler. Ülkemizin yerine Almanya’yı ilerlettiler. Ben Almanları asil bir millet olarak bilirdim. Ama o insanların bunca özveri ve emeğine rağmen, şimdi nankörce teröristleri himaye ediyor olmaları yanıldığımı gösteriyor.
Karapınar’da kaldığım üç yıl içinde dört yüzden fazla derin kuyu açtırdım. En derin olanı 280 metreyle Kayalı Köyündeydi. O yörenin yer altı suyu haritasına da epeyce katkım oldu. Ankara çok daha fazla kuyu açtırmamızı istiyordu ama çiftçilerin çoğunun Ziraat Bankasına vadesi geçmiş borcu vardı. Bu durum onların kuyu kredisi almasını engelliyordu. Açılan o kuyular, Karapınar’daki ilk derin kuyu örnekleri sayılabilir. Daha sonra bu sayı çok arttı ve binlerce oldu. Ama çiftçiler sulu tarımı bilmiyordu. Açtırdığım kuyu sahiplerinin birçoğunu da kuyu açtırmaya güçlükle ikna etmiştim.
Açılan kuyularla tamamen vahşi sulama yapılıyordu. Konya merkezde ve diğer ilçelerde bu görevi yapan arkadaşlar, il Koordinatörümüz Sayın Aytekin Müftüoğlu’nun başkanlığında her ay toplantı yapar, bilgi ve fikir alışverişinde bulunurduk. Biz doğrudan Ankara’ya bağlıydık. Sonraları TBMM Tarım Kom. Bşk.lığı da yapan rahmetli Turan Bilge de bizimle aynı görevi yürüten bir arkadaşımızdı. Devlet olarak, kuyu ve sulama tesisi için verdiğimiz kredilerin yanında yağmurlama sistemini de şart koşalım diye Ankara’ya teklifte bulunduk. (Damla sulama henüz bilinmiyordu.) Ankara teklifimizi kabul etmedi. Bu yüzden kuyu açtırmaya razı olacak çiftçi sayısı azalabilir endişesi taşıyordu. Ankara, yerin altında bir işe yaramadan duran suyu öncelikle halkın istifadesine sunalım, tasarrufu sonra düşünürüz diyordu. O gün için bu fikir de doğru gibi görünüyordu. Ama ben, şimdi yaşadığımız su sıkıntısında bu düşüncenin büyük payı olduğunu düşünüyorum. Çünkü sonra demirin tavı kaçtı. “Konya’nın altında deniz var, bitmez” deniyordu, deniz bitti. Allah’a emanet olunuz. (Devam edecek)