Seçime günler kala EVET mi, HAYIR mı hızlanmışken, güzel memleketimizin bazı esnafları hala aynı. En büyük sıkıntımız olan tahsilat sıkıntısından bahsediyorum. Ödeme günü geldiğinde açılmayan telefonlar, bulunamayan yetkililer. Evrakın günü geldiğinde ( Öylemi ödenmedi mi nasıl olur hemen arıyorum muhasebeyi ) deyip, bir hafta daha telefonlara bakmayan güzel Konya’mıza yakışmayan esnaflardan bahsediyorum.
Hemen her sektörde bu sıkıntı mevcut. İşim gereği her gün sahada olduğum için işletmelerin dertleriyle dertleniyorum. Ne acıdır ki her işletmenin en büyük sıkıntısı alınamayan tahsilatlar. Tamam, Konyalı olarak severiz geç ödemeyi ama dönmesi gereken bir çark var. Geç ödemenin de bir adabı olmalı. Senin cebinde paran duracak diye karşıdaki firmaları insanları zor durumda bırakmanın bir anlamı olmasa gerek.
Hele bir de bu geç ödemeyi, alışkanlık haline getiren firmalar var. O kadar yüzlerini kızartmışlar ki. Her alışverişlerinde aynı sıkıntıyı yaşatıyorlar. Soruyorum o firmalara bankalara da aynısını yapabiliyor musunuz. Ya da alışveriş yaptığınız marketlere ‘’abi sonra getireyim’’ mi diyorsunuz. Öyle ya madem alışkanlık onlara da yap. Yani gücünüz sadece esnafa yetiyor.
Bana göre bu tip insanların iş hayatımız da olmaması gerek. Esnaf birlikleri bu şekilde çalışan şirketleri tespit edip yaptırım uygulayıp elemesi gerek. Şirketler kendi arasındaki birliklerde Stk larda bu tip iş yapanları afişe edip, onlarla ticaret yapmanın riskli olduğunu duyurması gerek. Zaten hiç ödemeyene lafımız yok. Onları adaletimizin terazisine bıraktık. Ama bu geç ödeyen ya da ödeme yaparken yapılan işten İlllah getirttiren firmaların da afişe olması gerek ki bir daha çalışılmasın.
Yazımın sonun da iki Hadis- i Şerif paylaşacağım, anlayıp yaşamak ümidiyle.
“Alışverişte vukû bulan lüzumsuz sözler ve yemînler olur. İşe şeytan ve günâh karışır. Ticâretinizi sadaka ile karıştırınız (temizleyiniz)!” (Ebu Davud, Büyû 1; Tirmizi, Büyû 4; Nesai, Eyman 7)
“Tüccârlar kıyâmet günü fâcirler olacaklardır. Ancak dürüst ve doğrulukta bulunanlar müstesnâ...” (Tirmizî, Büyû , 4; İbn Mace, Ticârât, 3)