La Fontaine bir masalında, tavus kanadı takınmış bir alakargayı anlatır. Masal bu ya; bir alakarga bulduğu tavus tüylerini takmış takıştırmış. Bir süre durum anlaşılmamış ve o da idare etmiş kendince. Ama işin aslı ortaya çıkınca; alay ve dayaktan kurtulamamış.
Alakarga misali başkasının sırtından geçinerek sanat hırsızlığı yapanlar taklit yolunu seçenlerdir. Belli birine veya bir şeye benzemeye ya da benzetmeye çalışmak taklidin kelime anlamı. Aslında ilk çocukluk çağında, bir öğrenme yoludur. Çocuk görerek, izleyerek, taklit ederek öğrenir hayatı. Ama elbette sonrasında bir ömür boyu sürecek bir öğrenim süreci değildir taklit.
Sanatta ve edebiyatta taklit kolaycılık ve tembellik yoludur. Bir eserin üslubunu, tekniğini ve hatta konusunu alıp onun üzerinden kendine ait bir eser ortaya çıkardığını sanmak büyük bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Eğer ki şansı yerindeyse taklitçinin bir süre başarı kazanabilir ama sonrasında, devamlılık ve sürekli kendini yenileme isteyen sanat, artık onu bir tıkanmışlığa sürükler. Ve çoğu zaman (hatta hiç aksamaksızın) taklit eserler gerçeği ile karşılaştırılmaya başlar ki sanat ve edebiyat çevresi tarafından taklitçi yaftası alan sanatçı, alakarga misali artık kendini büyük bir horlanmanın ve aşağılanmanın içinde bulur.
Aslında taklit konusu, öyle kısacık bir makaleye sığacak bir konu değil. Sanat dünyasında taklit ve esin arasındaki ince çizgi, eleştiri oklarının yönünü belirler. Sanatta, özelinde edebiyatta, “şimdiye kadar her şeyin yazıldığı,” söylemi malumdur. Buna göre sanatçı/ yazar yeni olan neyi gündemine alıp eserine yansıtacaktır? Örneğin büyülü gerçeklik tarzının en büyük ustalarından sayılan J.L.Borges ve G.G.Marquez hikâyelerinin tamamını halk masalları, efsaneler ve özellikle Binbir Gece Masalları’ndan esinlenerek yazdıklarını açıkça belirtmişlerdir. Bu durumda başka bir eserden etkilenmek, esinlenmek tamamıyla normal görünüyor. Hatta bu noktada mimesis kavramı devreye giriyor. Mimesis; öykünme/taklit, yansıtma, benzetme esasına dayanan bir sanat kuramı, öğretisidir. Aristo mimesis kavramının en büyük savunucusudur. Ona göre; “Sanat bir taklittir ve bir modelin tıpatıp kopyasıdır.”Mimesis bir sanatçının esere, gördüğünü fotoğrafik bir görünümle değil kendi yorumunu ve duygusunu katmasıdır bir bakıma. Bir ustadan başka bir sanatçıdan esinlenebilir bu doğaldır ama onun tekniğini alıp kendi tekniği ve buluşu gibi yansıtması ise gayriahlâkî bir olaydır.
Sadece sanat ve edebiyatta değil hayatın içinde de taklit kişiyi en çıkılmaz noktalara sürükler. Maalesef günümüz sosyal medya çağında insanlar birbirini taklit ederek aynı şeyleri giyiyor, aynı yerlere tatile çıkıyor, aynı mekânlarda boy gösteriyor, hatta aynı kitapları okuyor. Kişilik, şahsiyet, kendi olma, kendi kalma gibi özellikler önemsizmiş gibi algılatılmaya çalışılıyor. Sistemin istediği tüketim maddeleri yine sistemin istediği zamanda, herkesçe tüketilmesi gayesi açıkça görülüyor. Sosyal medya fenomenleri!!! sergiledikleri, aslında gerçek olmayan hayatları ile pek çok insanı peşinden sürüklüyor. O sanal dünyayı takip eden insanlar, büyülenmişçesine kendine uygun olanın, güzelin peşine düşmüyor ve Fernando Pessoa’nın deyişiyle; “Kendine mahkumsun sen, öyleyse başkaları gibi olmaya heveslenmek niye…”diye aslında kim olduğunu sorgulamaya vakit bulamıyor.
Ömer Tuğrul İnançer; “Taklit, tefekkürü yok eder.” diyor bir konuşmasında. Aynı şey ibadetlerimizde de geçerli değil midir? Önce görerek taklit ederek ibadeti öğreniriz. Sonrasında şuurlu bir Müslüman olarak, ibadetlerimizin özünü ve içsel manasını öğrenmek görevimizken ne yazık ki, pek çoğumuz bunun ötesine geçmeden, taklitle öğrendiğimiz şekliyle belli mekanik hareketlerle devam ederiz ibadetlerimize.
Hz. Mevlânâ bu konuda, “Taklitçi, dere yatağı gibidir. İçinden akıp giden suyu asla içmez. Su, onun içinden akıp gider fakat içenlere nasip olur…” demiştir.
Kısaca tekrar vurgulamak gerekirse; taklit günlük hayatımızda, ibadetlerimizde, işimizde, sanatta, edebiyatta tamamen kolay olan yoldur. Taklit ederek sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizi sanırız. Ve orda o taklit anında kalır ileriye gitme gücü bulamayız. Çünkü üretmek öğrenmek ve hatta sonrasında öğretici olmak yolun zor olan sapağındadır. Ne mutlu ki yolun zorunu seçenlere…
Sağlığınız ve huzurunuz daim olsun…