Talihsiz adamın hikayesi!

Erol Sunat

Uzun uzun zaman önce memleketin birinde palavracı, atıp savuran, ayakları yere basmayan

Kimseyi kolay kolay beğenmeyen insanların yaşadığı bir şehir varmış. Bu huyları o denli ileriye gitmiş ki, aralarında ne samimiyet kalmış, ne dostluk, ne arkadaşlık, nede yakınlık.

Bu şehrin kendi halinde sakin, sessiz mahallerinden birinde de, hangi işe el atsa şansı yaver gitmeyen bir genç bir adam yaşarmış.

Adı bahtsıza çıkmış. Kadersize çıkmış, talihsize çıkmış. Evlenmeye kalkmış, o kadersize, o bahtsıza kız verilmez demişler. Kimin kızını istese kapılar yüzüne kapanmış.

Dükkan açmaya kalkmış. Açtığı dükkan üç ay dayanamamış batmış. Ne kimse el uzatmış, ne de yardımcı olmuş.

Delikanlı şehre yakın bir köydenmiş. Köyde oturan bir türlü şehre gelmeye razı edemediği anasının yanına varmış.

Anacığım demiş, nedir bu benim başımın üzerinde dönüp duran şanssızlık. Neye el uzatsam olmuyor. İşlerim bir türlü düzelmiyor. Beni bir oku, bana bir dua et. Anaların duası kabul olurmuş demiş, ağlamış.

Köyde hiç kimsenin kapısını açmadığı, yanına varmadığı, hazzetmediği, sevmediği, selam dahi vermek istemediği huysuz, geçimsiz, küfürbaz yaşlı mı yaşlı bir akrabaları varmış.

Genç adamın yalnızca rahmetli babasıyla görüşür, bir başkasını ne kabul eder ne de dinlermiş. O da ölünce, kapatmış kendini evine, bağına, bahçesine…

Adamın anası, oğul demiş, var git o huysuz adama, onunla bir görüş, şehirde yapamıyorsun, evde duramıyorsun, iyi-kötü akrabamız, babanı severdi, dinlerdi belki senide kabul eder. Git onun yanında dur, rıza gösterirse çalış.

Ne yapsın delikanlı? Bugüne kadar demiş talihim yüzüme gülmedi, her kapı yüzüme kapandı, ben zaten bu hallere alışkınım, varsın bir kapı daha yüzüme kapansın bir eksik, bir fazla fark etmez demiş, varmış huysuz ihtiyarın kapısına. Kapıyı birkaç defa çalmış açan olmamış. İçinden defalarca vazgeçmek geçtiyse de, bir daha çalmış, bir daha derken neredeyse bir saat kadar kapıda beklemiş.

Canı sıkılmış, bendeki talih olsa, bu kapı ilk çalmamda açılırdı zaten diye yüksek sesle kendi kendine söylenmeye başlamış ki, kapı birden açılıvermiş.

Huysuz ihtiyat surat-savat bir karış, öldün mü, patladın mı demiş, geldik ya…Delikanlının yüzüne dikkatlice bakmış. Kimsin sen demiş, kimlerdensin. Bir yıldır kapımı çalan yoktu. Hayırdır, niye geldin? Kim gönderdi seni?

Adam, baba demiş ben rahmetli falanın oğluyum. Anam gönderdi, bir bak diye….

İhtiyar dur demiş, gerisini anlatma, sen şu bahtsız, talihsiz, kadersiz diye anlatılan delikanlısın. Gir bakalım içeri. Delikanlı biraz ürkerek, biraz ürpererek içeriye adımını atmış.

Evin içi oldukça güzel döşeliymiş ve tertemizmiş. Delikanlı burayı bir temizleyen olmalı diye düşünmeye başlamış ki, ihtiyar yanında bir kızla delikanlının yanına gelmiş. Bu kızcağız benim torunum olur demiş. Bana o bakar. Bu delikanlıya da, talihsiz derler, kadersiz derler, bahtsız derler

Benim bu kızcağızım da, bu evi siler süpürür, bahçeyi eker-biçer. Köy bu kızcağızı bilmez, beni yalnız sanır. Bir baban bilirdi, bu kızcağızı. Kızımın yadigarı bana. Anası-babası salgın bir hastalıktan uzak bir diyarda ölünce, kervancılar alıp bana getirdiler. O zamanlar bir iki yaşlarında falandı. Sen de dahil kimse bilmez. Senin anan benim bahçede tarlada çalışma bahanesiyle her Allah’ın günü buraya geldi. Bu öksüz-yetim torunumu büyütmeme yardım etti.

Ben senin rahmetli babanın öz dayısıyım. Bu köy onu da bilmez. Çünkü hiç bildirmedik. Bir tek anan bilir.

İhtiyar, şimdi anlat bakalım demiş, neye geldin. Delikanlı baba demiş, şehirde bahtım gülmedi. Neye elimi attıysam kurudu. Kendimi köye attım. Derdimi anama anlattım. O da, beni sana gönderdi. Tutacak bir işin varsa tutayım. Biçilecek ekinin varsa biçeyim. Ekilecek tarlan varsa ekeyim. Tarlanı-bahçeni süreyim. Ne dersen onu yapayım. Yeter ki, eli boş bir halde akşama kadar evde yatıp durmayayım.

İhtiyar, o kolay demiş. Sana yapacak bir iş buluruz. Benim bahçede işlerim var. Torunum sana bir şeyler anlatacak, onu iyi dinle demiş. Evin bahçeye açılan bir diğer kapısına doğru yürümüş gitmiş.

İhtiyarın torunu olan kız, sen beni tanımazsın amma ben seni tanıyorum demiş. Rahmetli babanla dedem, çok eski bir adeti biz çocukken hayata geçirmişler seninle beni nişanlamışlardı. Sen şehirde kimin kızını istediysen, dedem oralara gitti. Bu çocuk nişanlı dedi. Haberi yok dedi. İnanan oldu, inanmayan oldu. Zaten adın kadersize, talihsize çıkmış, birde nişanlı olduğu halde, kızımızı istiyor dediler, bu ne utanmazlık dediler. Açtığın dükkan işini de dedem engelledi. Anlayacağın seni bir şekilde köye geri döndürmekti niyeti, sonunda döndün dolaştın, dedemin kapısına geldin.

Delikanlı oturmuş sedirin birine, kızsa kızamamış, üzülse üzülememiş. Sevinmeye çalışsa sevinememiş. Ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmış. Ben senin nişanlınım diyen kız hem çok güzel, hem de çok akıllıymış. Bu emrivaki biraz canını sıkmışsa da, belli etmemeye çalışmış. Belki de oldukça nahoş şeyler söyleyecekmiş ki, kapı çalınmış. Kız koşarak açmış kapıyı, gelen delikanlının anasıymış.

Kadın oğlum demiş beğendin mi nişanlını. Sana böyle bir oyun etmesek, ne köye geleceğin vardı, nede nişanlını göreceğin.

Delikanlı tamam da demiş, bahtsızlığım, kadersizliğim yalan mı? Bu arada içeriye İhtiyar adam girmiş. Bak demiş orada fazla bir yanlışlık yok. Lakin kara gün kararıp kalmaz denmiştir.

Benim görevim sizin düğününüzü yapmak. Babana ve anana sözüm var. Bu kıza da. Bundan böyle benim neyim varsa ikinizin.

Huysuz ihtiyarın belki de ilk defa yüzünün güldüğü görülmüş. Delikanlıyla torununu evlendirmiş. Şehrin merkezi yerinde birde dükkan açmışlar. Açmışlar açmasına da, haset çok, fesat çok, çekemeyen, kıskançlık eden pek çokmuş. Birde bahtsız, kadersiz, talihsiz diyorlardı demişler. Hem evlenmiş, hem de dükkan açmış, talihsizi talih bulur yakalar mı, demek ki yakalıyormuş diye başlamışlar dedikoduya.

Ucuza da satsa, dükkanında daha kaliteli mallarda olsa, ahali söz birliği etmişçesine alışveriş yapmıyormuş. Siftah etmeden dükkan kapattığı çok olmaya başlamış. Oturdukları mahalle de, komşu kadınlar, karısına hoş geldin demek için dahi gelmemişler.

Bazıları, oturdukları ev kendilerinin olmasa, bu mahallede onları durdurmazdık demekten kendini alamıyormuş. Mahallede geçimsiz birkaç kişi delikanlının yolunu kesmiş. Gel bakalım talihsiz demişler, bugün talihin bizden yana açık diyerek, delikanlıya meydan dayağı çekmişler. Ardından da kafamızı gözümüzü yardı diye şikayette bulunup, zindana attırmışlar.

Zindancı başı delikanlının babasının çocukluk arkadaşıymış. Çocukluğunu bilirmiş delikanlının. Ne oldu evlat anlat bakayım demiş. Delikanlı hem ağlamış, hem anlatmış olan biteni. Zindancı başı zindan ağasını çağırmış, bu delikanlı benim yeğenim olur demiş. Burnu kanasa, senden bilirim. Sana emanet demiş. Sonrada mevzuyu araştırmak için çıkmış gelmiş delikanlının oturduğu mahalleye.

Hasetleri, fesatları, çekemeyenleri birer, birer bulmuş, ortaya çıkarmış. Kadı Efendiye teslim etmiş. Her biri şehrin huzurunu bozmaktan şehirden gönderilmişler. Delikanlı serbest bırakılmış.

Anlatırlar ki, şehirde bir daha hiç kimseye ne böyle bir davranışta bulunulmuş, nede talihsiz, kadersiz, bahtsız diye yafta yapıştırmaya yeltenilmiş.

Şehir şehire, delikanlı delikanlıya, mahalleli, mahalleliye, köy köye, huysuz ihtiyar, huysuz ihtiyara, ana anaya, dede dedeye, torun toruna, zindancı başı zindancı başına benzer…

Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikayede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya, ne de alınganlık göstere…

Sürçü lisan eylediysek affola…

Bir daha ki sefere daha güzel bir hikaye anlatırız inşallah…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.