“Perişan Türk halk, üç gün süreyle vahşi haydutların hırs ve zulmüne maruz bırakıldılar. Yaşına ve cinsiyetine bakılmadan hepsi katledildi. Öldürülmeden önce kadın ve çocuklara işkence yapılmıştı. Katliam o kadar mahşeriydi ki, çete liderinin kasabaya girdiğinde, hisar kapısından itibaren atının nalları toprağa değmedi. Onun zafer yolu halı gibi insan cesetleriyle kaplanmıştı. İki günün sonunda, sağ kalabilen feci haldeki 2 bin kadar her yaş ve cinsiyetten Müslüman, bilhassa kadın ve çocuklar merhametsizce toplanıp, yakındaki bir dağdan uçuruma yuvarlandı ve orada parçalandılar.”
Tarihçi Alison Philips, Tripoliçe katliamını böyle anlatır. Bu katliamı 19. Yüzyılda Osmanlıya isyan eden Yunanlılar yaptı, Avrupa’nın iki asırdır şımarttığı Yunanistan.
Fransız İhtilalinin yaydığı milliyetçilik ve özgürlük dalgası Osmanlı hakimiyetindeki azınlıklara da tesir etti. Bunlardan Yunanlıların Eflâk ve Boğdan’da(Romanya) ayaklanması Mora ve Attika yarımadaları ile Eğriboz Adasındaki Türk nüfusa, sonrasında daha geniş bir alanda yaşayan Türklere unutulmaz acılar yaşattı. Rumlar isyan ettikleri her yerde kardeşçe yaşadıkları kendilerine dokunmayan, ibadetlerine karışmayan Türk komşularını teker teker öldürdüler. Türkler serbest bırakılacakları vaatlerine kanarak şehri teslim ettiler ancak hepsi katledildi. Sadece Türkler değil, kâfir olarak addettikleri Yahudiler de katliamlardan nasibini aldı.
Rumlar sadece karada değil her yerde, meselâ yakaladıkları gemilerdeki Türkleri ve hacca giden Müslümanları da diri diri ateşte yakarak öldürdüler. Kolların bacakların parçalanıp Türklerin üzerlerine kaynar sular dökülerek işkenceyle öldürülmesi adeta sıradan bir vakaydı bu zamanlarda.
Haftanın ilk gününde böyle iç karartıcı ve hazin anekdotlar aktarmak istemezdim. Aziz milletimizin günümüzde art arda yaşadığı iç ve dış tahrikler, saldırılar, darbeler tarihin tekerrürden ibaret olduğu gerçeğini en derin mânâsıyla ortaya koyar.
Avrupa’ya ilk kez ayak bastığımız kadim zamanlardan beri, daha doğrusu Avrupa’nın Türk korkusunu iliklerine kadar yaşadığı Avrupa Hunlarının büyük hükümdarı Attila’dan beri Batı bizimle uğraşmaktadır. Cennet mekân Sultan Alparslan’ın Malazgirt zaferiyle Anadolu kapılarını Türklere açmasından sonra da Batının Türkleri Anadolu ve Avrupa’dan atma heyecanları hep diri kaldı. 18. Yüzyılda Avrupa’nın eski Yunan’ı kendi medeniyetlerinin kökeni görüp yeni bir Türk düşmanlığı atağı geçirdiler. Dünyanın hakimi Osmanlı’nın ihtişamı hasebiyle iç hesaplaşmalara girmemesi art arda savaşlar kaybetmeye başladığı 17. Yüzyıla kadar devam etti. Reform hareketlerine rağmen yedi asır yaşayan büyük imparatorluk tarihe karışsa da Batının Türk milletine yönelik düşmanlığı bitmedi, bitmeyecek de.
Yakın tarihte son olarak 15 Temmuz darbesine, çeşitli ekonomik ve sosyal yaptırımlara, kışkırtmalara rağmen istedikleri neticeyi alamadılar, alamayacaklar da Allah’ın izniyle. Onlar uğraşmaktan, biz karşı koymaktan vazgeçmeyeceğiz. NATO başta olmak üzere tüm güçleriyle hilelerini, gizli hesap ve taktiklerini koymalarına rağmen kirli işlerinin akim kalması dillerdeki dualarımız, bizi biz eden merhamet, vicdan gibi erdemlerimizle şüphesiz.
İki cihanın güneşi sevgili Peygamberimizin övgüsüne mazhar olan aziz devletimiz; yüce dinimize hizmet etmeye ve dünyanın dört bir yanındaki mazlumların umudu kalmaya devam edecek ve sonsuza dek yaşayacaktır Yaratanın izniyle. Bu minvalde hepimiz kendimizi iyi yetiştirmek, sorumluluklarımızın bilincinde olmak zorundayız. Güçlü olmalı ve kalmalıyız ki devletimiz ebediyen yaşasın, dağılmış İslâm ülkelerinin birliğini idame ettirsin.
Hayırla kalınız.