Gerçekten iyi niyetli bir bakanımız var. Öncelikle et fiyatlarının düşürülmesiyle işe başladı, ithalata dayalı da olsa şimdilik bunu başardı diyebiliriz. Şimdilerde hayvancılığı kırsal kesimde, geniş kitlelere yayarak et fiyatlarını kalıcı olarak düşüreceğini bunun için de en az 3 yıla ihtiyaç olduğunu bildiriyor.
Sayın Bakanım bir ülkenin tarımla ilgili olsun veya olmasın belirli konularda üretim potansiyeli vardır. Bizde de olduğu gibi kimi ülkeler enerji ithalatı yapar, kimi ülke mekanik parçaları, kimileri teknoloji ithalatı veya transferi, kimi ülkeler de gıda ithalatı yapar. Japonya gibi ekonomide dünya devi bir ülke gıda ihtiyacının çoğunu dış ülkelerden temin etmektedir. Ya da Rusya gibi arazisi dev bir ülke sebze ve meyveyi çoğunlukla ithal etmektedir. Burada varılmak istenen; mantıklı ve makul düşünceye vararak, Ülkemizin de bazı ürün ithalatının normal olmasının kabul edilmesidir, denebilir. Tüketim artışının iki temel sebebi, artan nüfus ve ekonomik iyileşmeye bağlı olarak kaliteli gıdaya yönelmedir.
Sayın Bakanım, ülkemizin bazı ürünleri ithalatı yeni başlamadı. En çok övündüğümüz ve milli gıdamız olarak kabul edilen “kuru bakliyatı” yıllardır ithal ediyoruz. Gıda veya temel gıda ürünlerinin ithalatı artık normal kabul edilmelidir. Bu anlayışın temel sebebi teknik uygulamalarda değil, daha çok “üretici psikolojilerinde” aranmalıdır. İsterseniz bir çırpıda sulu alanları yem bitkilerine, tüm meraları da küçükbaşa açarsınız, 1-2 senede et üretimine çözüm bulursunuz. Bu yapılır da, bu sefer de şeker, bitkisel yağ, patates, mısır gibi diğer ürünlerde ithalat artar. Önemli olan arazi yapımıza göre ürün çeşitlendirilmesinin dengeli olması; yani “neyi üretelim, neyi ithal edelim”in iyi bilinmesidir.
Sayın bakanım, esas mesele ürün potansiyelimizde giderek artan eğilimlerde azalmaların söz konusu olduğudur. Elbette birim alanda verim artışı olmuş ancak ürün portföyü de değişmiştir. Yonca ve mısır da olduğu gibi. Ayrıca “aşırı sulama ve gübrelemelere bağlı olarak sulama suyu varlığı ve toprak kalitesi düşmektedir”. Çiftçilik masrafların artışı ve verimlilik sorunu da artık çiftçiyi yormaktadır.
Eskiden üretici kader diyerek doğduğu yerde yaşar, orayı vatan bilerek sahiplenirdi. Dış bölgeler onun için çok cazip değildi. Sadece askerlik için köyünden ayrılır; sonra köyüne, ailesine döner, evlenir, ana-baba, eş ve çocuklarıyla üretime devam ederdi. Şimdi neden köyünde otursun, köyü cazip kılan nedir ki? Kalkınmaya köyden başlatmadık, çiftçiyi ihmal ettik. Üstelik 5 hektar arazisinde yağmurda-yaşta, karada-kışta üretim yapmaya zorladık. Miras yoluyla parçalanma, mirasçıların bir araya gelememesi, tapulama sıkıntıları, üretim yapanla yapmayanın ayırt edilemeyişi, destekleme dengesizlikleri, üretim yapana haksızlıklar, köy ortamının şehre göre yol-su-barınma-ısınma; çamur-çaylak konularında daha cazip olmayışı; vesaire, vesaire. BÜTÜN BUNLAR TARIMSAL ÜRETİMİN PSİKOLOJİK SORUNLARIDIR.
Devamında üretimi ve üreticiyi daha zor günler bekliyor gibi geliyor. Çözümü geçici çözümlerle değil, kalıcı, akılcı, ekonomik, uygulanabilir, kültürümüze uygun, ekonomik yapıda işletmeler ortaya koyarak aramalıyız. Arazi parçalanmaları ile miras sorunları 100 yıldır devam eden üreticiler var.
Bütün bu meseleleri çözmenin tek yolu vardır: 78 milyon hektar vatan alanı 80 milyonun, 27 milyon hektar tarım arazisi de 25 milyon çiftçinin üretim alanıdır diyerek, projeli adım atılmasındadır. Yapılacak iş uzun süre alan ve yorucu olan arazi toplulaştırması değil, “üretimin toplulaştırılmasında”dır. Bu çözüm, suyu, toprağı, gübreyi, araziyi, teknolojiyi yerinde kullanacak, destekleri yerli yerine oturtacaktır. İşte o zaman et için ot, ot için de arazi hazırdır. Bu işin çözümü bir günde, cesurca çıkacak yasal düzenlemelerle olacaktır. Üretici bir iki sızlasa da buna hazırdır. Örnek olarak belediyelerin uyguladığı 18. madde uygulamaları gösterilebilir. Aksi durumda anamın dediği gibi “yan ağla, dön ağla” yaparız, daha çok toz-duman ve adam yutarız.
Allah’a emanet, hayra muhatap olunuz, efendim…