Tarih ve doğa şartları Konya’ya, Çatalhöyük’ten bu yana bir misyon yüklemiştir. Bu misyon tahıl ambarı olma misyonudur.
İyi sulandığında…Su kaynakları verimli olarak kullanıldığında… Yeni su kaynaklarıyla takviye edildiğinde…Ve tabi ki toprakları iyi değerlendirildiğinde…Bir ülkeyi doyuracak bir zenginliğe sahiptir Konya ovası.
Konya kapalı bir havza.
Tarih boyunca denizlere inmek, yetiştirdiğini satabilmek imkanından asırlarca mahrumdu.
Kendi kıt imkanlarıyla…
Kendi yağı ve tuzu ile kavrulması yeterli görüldü.
Yüzyıllardır yol… yol… yol… diye inleyen bir şehirdi Konya!
Kara yollarının kesişme noktası ayrı bir şeydi, denizlere uzanmak, denizlere ulaşan yollara sahip olmak, daha başka bir şey.
Denizlere ulaşamamak Konya’nın gelişimini, ticaretini ve kalkınmasını uzunca bir süre sekteye uğrattı.
Konya’nın Akdeniz’e açılan kapısı her zaman Antalya oldu
Konya ile Antalya’nın tanışması ise 1207 tarihine kadar uzanır.
Hatta ondan daha da öncelerine…
Türk tarihi açısından, Alaeddin Keykubad’a kadar!
Akdeniz’le buluşmaya şunun şurasında ne kaldı diyecekler çıkabilir! Bu kadar beklemek yetmedi mi? Daha beklenecek mi? Akdeniz demek Mersin demek, Antalya demek, Alanya demek! Tarımın karşılıklı olarak yolunun açılması demek!
Konya, tarımla barışık olması gereken bir şehir! Ne Tarım ona küs durabilir ne de şehir tarımla küs kalabilir!
*****
Anadolu’nun umududur, hayalidir, rüyasıdır, duasıdır buğday…Bir lokma ekmeğin sofraya gelinceye kadar izlediği kat ettiği o çileli yolun belki de en büyük nimetidir buğday…
Bire kırk veren altın sarısı başakların diyarıdır Anadolu…
O altın sarısı başakları bekler, yollarını gözler, o altın sarısı başaklar arasında düşler görür Anadolu’da insanlar, çiftçiler, köylüler!
Onun için gözleri semadadır, onun için elleri açık ve duadadır!
Her yıl, toy düğünler misali harman düşler insanlar!
Her harmanın çilesi de, kederi de, sevinci de ayrı ayrıdır.
Harmana gelinceye kadar, buğdayı beslesin diye, kendine getirsin diye iyi bir kar yağsın ister insanlar! Sonrasında boy atan buğdaya yoldaş olsun diye, haldaş olsun diye, candaş olsun diye, refakat etsin diye yağmur diler, yağmur ister Mevla’dan!
Anadolu’nun cefakar ve vefakar çiftçisi, köylüsü, yanmasın ister buğday! Kavrulmasın ister! Çok yağış olup da çürümesin ister!
Sonra harman zamanı gelir zorda olsa…
Harman ilaç gibidir! Cümle hesap-kitap harman üzerine kuruludur! Düşler harman sonuna saklıdır! Düşlerin gerçek olacağı, gerçeğe dönüşeceği zamandır harman zamanı ve sonrası.
*****
Buğday bekler Anadolu! Buğdayı bekler! Buğdaya yaktığı türküler, harmana yaktığı türküler şenlendirir her yeri! Bire kırk veren buğdayı hayal etse de, bire ona şükreder! Bire yirmi aldı mı, şapkayı göğe fırlatır! Bire yirmiyi aştı mı, sevinçten hüngür-hüngür ağlar Anadolu çiftçisi-köylüsü!
Buğday, Anadolu’nun özellikle bu şehrin yani Konya’nın ilk göz ağrısıdır. Vazgeçilmezidir!
İlk tanıştığı, karnını doyurduğu, kazanç temin ettiği, onunla özdeşlediği bir bitkidir.
Buğdayın yerini, şu aldı, bu aldı, deseler de buğdayın yeri apayrıdır bu şehirde!
Ambarları doldurduğunda, çuval-çuval değirmene götürdüğünde hiç mi konuşmadınız, hiç mi yüzüne bakmadınız buğday üretenlerin!
Hiç mi sohbet etmediniz! Hiç mi buğdayla ilgili bir hikaye dinlemediniz insanlardan!
Hele o buğday öğütülüp un olduğunda, hamurların açıldığı görmediniz mi?
Tandır ekmeği yemeyeniniz var mı?
Ya sac üzerindeki saç böreklerinden hiç mi tatmadınız?
Yüzlere yayılan o mutluluk nasıl anlatılır bilemiyorum!
*****
Anadolu çok yokluk gördü! Çok kıtlık ve kuraklık çekti! Zenginliği de gördü, fakirliği de!
Buğdayın ne anlama geldiğini ne ifade ettiğini, kıymetini, değerini Anadolu köylüsünden ve çiftçisinden daha iyi kimse bilemez!
Lakin biz, buğdayı küstürdük, tarlayı küstürdük, köylüyü küstürdük, çiftçiyi küstürdük.
Bu küslüğe çare bulunmazsa…
Buğdaydan, una…
Undan ekmeğe…
Ekmekten sofraya…
Giden nice yolda engel üstüne engel olur!
Bekliyoruz ki buğday bize gelsin, ekmezsen nasıl gelsin?
Biz buğdaya gidemeyince, biz buğdayın derdini dinlemedikçe, buğdaya ömür verenleri de küstürüyoruz!
Ekmeye derman yok!
Biçmeye para yok!
Satsan yeniden ekmek mümkün değil!
Buğday hasat için, harman için, un olmak için, ekmek olmak için bizi bekliyor diyemiyoruz!
Demeye kalkanın karşısına tohum dikiliyor, gübre dikiliyor, ilaç dikiliyor, mazot dikiliyor!
*****
Şehrimizde mazotun litresi 28 lirayı aştı. Konya buğday ambarı. Konya tartışmasız bir Tarım şehri. Konya ovası kendimizi bildik bileli tarımla iç içe. Bu şehirde tarımın yeri ayrı! Tarım denildiğinde akan sular duruyor! Lakin tarım yaralı! Tarım dertli! Tarımın boynu bükük! Tarımla uğraşan insanların yüzü gülecek gibi değil!
Buğday taban fiyatı açıklanıyor, çiftçi oh demeden, nefes almadan Mazota zam!
Biçilmeden eriyip giden buğday! Tohumu, gübreyi, ilacı ve mazotu alt alta toplayın, üstüne elektriği de ekleyin. Biçer parası vesaire giderleri de koyun üst üste, sonra kolaysa çıkın işin içinden!
Çıkın tarımın ve çiftçiliğin içinden!
Sonra da edebiyat faslı!
Ekmek kaç lira olur?
Çiftçi maliyetlerini sabitlemek gibi bir yola neden başvurulmadığı sorusuna var mı cevabı olan?
Buğday alım fiyatlarını güncelleme gibi bir düşünce de ufukta görünmüyor!
Tarıma küs değiliz amma, bu gidişle tarım bize çoktan küstü, hatta sırtını döndü!