Başbakan Sayın Binali Yıldırım, 100 günlük icraatlarını açıkladığı basın toplantısında Türkiye'nin kalkınmasını tarımla sağlayacağını belirterek “Sanayimiz, teknolojimiz, her şeyimiz gelişiyor ama tarım bizim için, hükümetimiz için bundan böyle stratejik bir alan olarak ele alınacak, bu konudaki katma değerimizi, ekonomimize olan katkısını daha da artıracağız” dedi.
Doğrusu böyle bir planlama Dünya’daki çevresel göstergelere daha uygun olacaktır. Çünkü biz biliyoruz ki, hiç bir ülke kendi geleceğini dünyanın çevresel geleceğinden ayrı düşünemez. Şöyle ki:
Birleşmiş Milletler Kalkınma Raporlarına göre: Dünyanın Geleceğini Tehdit Eden 3 Etken;
1.Kontrolsüz Nüfus Artışı; Dünya’nın nüfusu 1950’lerde 2.5 milyar iken, 1997’de 5.9 milyar, 2014’te 7.2 milyar iken 2025’te 8 milyar, 2050’de ise12 milyar olması beklenmektedir.
2.Anormal Ekonomik Büyüme; Dünya ekonomisinde mal ve hizmet alımlarında dönen para 1960’da 4 trilyon dolar iken1995’te 20 triyon dolar, 2004’te 40.7 trilyon dolar, 2012’de ise 63 trilyon dolara ulaşmıştır.
3.Adaletsiz Gelir Dağılımı; Yukarıdaki rakamın % 85’ini dünyanın % 15’i (zengin ülkeler) kullanırken, geriye kalan %15’lik dilimdeki para ise dünya nüfusunun % 85’inde dönüyor, yani dünyadaki gelir dağılımı adaletsiz devam ediyor.
Bu üç etkenin sonucunda; Tüm besin maddelerinde, ekilen tarım alanlarında, kullanılabilen suda, solunabilen temiz havada kişi başına AZALMA olmaktadır.
Küresel düzeyde ürün kaybına neden olan çevresel etkenlerin başında toprak erozyonu ve verimli tarım topraklarının çölleşmeyle yitirilmesi ile tarım alanlarının tarım dışı gaye ile elden çıkarılması önemli yer tutuyor. Küresel ısınma ise bu oluşumu tetikliyor.
Yapılan araştırmalar gösteriyor ki hava sıcaklığındaki ortalama 1 derecelik artış, insanları besleyen besin maddelerinin başında gelen buğday, pirinç ve mısır veriminde yaklaşık % 10’luk azalmaya yol açıyor.
Hızla sanayileşmeye başlayan yoğun nüfusa sahip ülkelerde onları ağır biçimde tahıl ithalatçısı yapan üç unsur göze çarpıyor: Gelirler arttıkça; Tahıl tüketimi de artıyor; Tarım arazileri azalıyor; Tahıl üretimi düşüyor. (Japonya örneğinde olduğu gibi)
Bir ülke sanayileştikçe ve modernleştikçe tarım alanları yerini sanayi ve mesken sahaları alır. Otomobil kullanımı yaygınlaştıkça yol, otoyol ve park yeri inşaatları için tarım alanları kullanılır. Küçük toprak parçaları sahibi çiftçiler ekonomik girdileri azaldığından çoğunlukla arazilerini terk ederek başka yerde iş aramaya başlarlar. Yani ana yurdunda karnı doymayan insan başka memleketlere GÖÇ eder.
Bugünkü koşullar altında dünyada 800 milyon insan yetersiz beslenmektedir. Dünya nüfusunun yaklaşık 1/3 nü barındıran sadece Çin ve Hindistan’ı beslemek için gerekli gıdayı bulmak gerekiyor. Bu hususta uzmanlara kaygı verici gözüküyor.
Dünyada yoksul halklarının yaşadığı tropikal ve subtropikal bölgelerdeki bazı yerlerde AÇLIK tehlikesinde daha da artış olabilecektir.
Türkiye’de dünyanın çevresel geleceğine paralel olarak aynı sıkıntılarla karşı karşıyadır. Orta enlem kuşağında yer alan Türkiye’nin gelişmesi ve sanayisi büyük ölçüde tarıma dayalıdır. Tarımsal kalkınma ve toprakların korunması bu bakımdan önemlidir. Erozyon, çölleşme, plansız kentleşme ve verimli tarım topraklarının amaç dışı kullanımı nedeniyle tarım topraklarının elden çıkmaması için çaba gösterilmelidir.
Sayın Başbakanın açıkladığı teşvik paketleri kısa vadeli çözüm olacaktır. Ancak uzun vadede Dünya’da pek çok yerde örneği görülen Açlık ve Göç hadiseleri yaşamamak için aşağıdaki konularda dikkate alınmalı ve uygulanmalıdır:
- Mevcut tarım alanlarının verimli kullanmalı, özellikle birinci sınıf tarım arazileri “Tarımsal Sit Alanı” ilan edilip koruma altına alınmalı, (ileride buğday ekecek alan bulamayabiliriz)
- 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu etkin uygulanmalı,
- 80’li yılların başında kapatılan Toprak-Su Teşkilatı gibi bir teşkilatlanma yeniden oluşturulmalıdır. Tarım uzmanları çiftçimize iyi tarım uygulamaları konusunda arazide yol göstermelidir. Kalın sağlıcakla.
ÇEVRECİ SÖZÜ: Dünya Gıda Güvenliğinin anahtarı Tarım ve Topraktır.