Ahmet Kekeç, daha çok siyasi yazılarıyla ve televizyondaki açık oturumlardan tanıdığımız bir isim. Yazılarını takip edenlerin farkına varacakları bir durum, bütünlüklü, akıcı bir dil olacaktır. Kekeç, aynı zamanda edebiyatla ilgilenen, daha önce hikaye ve roman da yazmış bir kalem. Genç nesil belki bu detayı atlamış olabilir, neden? Çünkü, 1985’te bir öykü kitabı, tam 14 yıl sonra 1999’da bir roman ve nihayet 20 yıl sonra, bugünkü yazımızın konusu olan yeni romanı Ulufer. Her ne kadar az sayıda edebi eser üretmiş olsa da, ara ara bazı yazılarında ve tv programlarında kültüre, edebiyata dair düşüncelerini beyan eden bir entelektüel Ahmet Kekeç.
Ulufer, nisan ayında Turkuaz etiketiyle neşredilmiş, 221 sayfa. En baştan, romanın isminin bir kız ismi olduğunu, kahramanlardan Mehmet Ali’nin sevdiği ama kavuşamadıkları bir öğretmen olduğunu belirtelim. Neden kavuşamadıklarını soracak olursanız; Ulufer Alevidir, Araptır, Mehmet Ali ise Sünni, iki tarafın ailesi bu nedenle gençlerin evlenmesine karşıdır, nitekim bir süre sonra Ulufer öğretmen olarak İskenderun’u terk edecek, Kumluca’ya yerleşecektir.
Kitabın isminin ne anlam ifade ettiği meselesini halletmesine hallettik de kim bunlar, ne oluyor şeklinde bir soru kafanız karışmış olabilir, haklı olarak. O zaman romanın mevzuunu baştan alalım, izninizle…
Mehmet Ali’nin babasının ölümüyle başlar roman. Nalburiye dükkanı bırakmıştır babası, kendilerine. Fakat, Mehmet Ali şair olmak istemektedir, bunda pek başarılı olduğu söylenemez, şiirleri dergilerde yayınlanmaz. Kardeşi Hasan ise futbolcudur, o da dükkanın işleri nedeniyle futboldan vazgeçecektir. Bir de en büyükleri, evin abisi Haydar vardır. Kapitalist, duygusuz ve menfaatçi bir ağabey.
Taşra tabiri pek bir meşgalenin olmadığı, küçük ve bir an evvel kurtulmak istenen bir yeri çağrıştırır. Romanda da bu bakış açısı değişmiyor. Önce büyük ağabey Haydar, gitmek ve kendi deyimiyle kurtulmak ister. Mehmet Ali’nin arkadaşı Muzaffer de sinemayla ilgilidir, fakat onun da hayalleri kısa sürede söner. Bir diğer arkadaşları İbrahim, gitmek eylemi ve isteğini gerçekleştiren tek kişidir. O da şiirler yazmaktadır, şiirleri dergilerde yayınlanmakla kalmaz, tanınmış bir şair olur ve İstanbul’a gider. Geride kalanların yapabileceği pek bir şey yoktur. Taşralılıktan düşen payla; sürekli birbirlerini gören, birbirlerinin hayatlarındaki boşlukları doldurmak zorunda olan bireyler vardır taşrada. Hapsedilmiş addettikleri taşrada, bir gün gerçekleşmesini hayal ettikleri umutlarla başka diyarlara gitme özlemiyle kendilerini oyalarlar, yaşar giderler.
Ahmet Kekeç, ‘Ulufer’de edebiyat parçalama peşinde değildir, kapalı bir anlatıma uzak durur. Hiçbir kahramanın tarafını tutmaz, neyin doğru neyin yanlış olduğunu göstermez, kamera gibi gördüklerini anlatır sadece. Bol bol diyaloglara yer vermesi de bu minvalde bir tercihtir, Kekeç için.
Mehmet Ali ve Ulufer’in mutlu sona ulaşmayan aşkını anmıştık, nedeninin de Alevi-Sünni meselesi olduğunu söylemiştik. Yer yer bunun gibi siyasi ve toplumsal konulara da değinilip geçilmektedir romanda. Hal böyleyken mekan seçimi de Ulufer’in başarılı özelliklerinden biri. Hatay, bildiğimiz üzere pek çok din, mezhep ve ırktan insanın bir arada yaşadığı global bir kadim şehirdir. Burada cami, havra, kilise iç içe bulunur, insanlar da asırlardır birlik içinde sorunsuz bir şekilde yaşarlar. Neticede, romanda olaylar Hatay’ın İskenderun ilçesinde geçmektedir. Sanayi ve liman etkisiyle hali vakti yerinde insanların olduğu bir bölge olsa da, modası geçmeye yüz tutmuş nalburlukla geçinen Mehmet Ali ve ailesi orta hallidir.
Acımasız ve duyarsız büyük ağabey Haydar, aşkları ve şairliğinde bedel ödemeye pek yanaşmayan Mehmet Ali, umduğu gibi bir sinema kariyeri yapamayan Muzaffer, tanınmış bir şair olarak İstanbul’a giden İbrahim gibi karakterler içinde özellikle kaybeden, hiçbir hayali gerçekleşmeyen, belki de bunu hak eden Mehmet Ali’dir.
Anadolu insanını yakından tanıyan, her tür durumda onların tarafında bir tutum takınan Ahmet Kekeç’in edebiyata uzun aralar vermemesi temennisi daha önce öykü ve roman türündeki eserlerinden bu yana süren bir okuyucu arzusu. Umarız bu kez Kekeç’in yeni roman ve hikayelerini çok beklemeyiz. Kim bilir?..