Kültür Atlası’nın dünkü nüshasını sosyal medya hesaplarımda duyururken Necati Tonga hocanın Dergâh dergisinin ekonomik gerekçelerle yayınına ara vermek zorunda kaldığı yönünde bir paylaşımı önüme düştü. Kadim dostum Mustafa Atikebaş’ın kıymetli yazılarından birinin daha yayınlandığını görme sevincim bile yarım kaldı, üzüntüm hafiflemedi. Hakikaten çok üzüldüm, hayıflandım, duygularımı ve sinirimi yatıştırabilmek adına bir iç dökümü babından okuduğunuz bu yazıya başladım.
Aziz milletimiz tarihinin en eski zamanlarından beridir, bir kısmı müstesna, okuma yazma araştırma işlerinden uzak durmuştur. Buna gerekçe olarak göçebeliğimizden, sürekli savaş halinde, kısacası hareketlilik halinde olduğumuzdan dem vurduk. Yazılı ilk belgelerimizden, en güzide diğer eserlerimize kadar pek çok eserimizi yabancılar bulmuş, araştırmış, üzerinde düşünmüş ve dünyaya duyurmuştur. Çok eski zamanlardan beridir; ‘Bizim büyük bir kültür ve medeniyetimiz vardı, Batı bunları bizden (ç)alarak bugünkü seviyeye geldi’ şeklinde sözlerle kendimi avutmak ve kandırmış düştü payımıza. Halbuki medeniyetler birbiriyle sürekli irtibat halinde olmalıdır, medeniyet canlı bir organizmadır. Kıymetli dostum Mustafa Atikebaş’la son zamanlrda bu konularda çok muhabbet etmeye başladık, ki yakında medeniyet ve kültür odaklı özgün görüşlerini, yaptığımız söyleşileri Kültür Atlası’nda okuyacaksınız. Biz uzatmadan aslî konumuza dönelim.
Günümüzde nüfusumuzun tamamını bir kenara bırakıp üniversitelerimizde, okullarımızda milyonlarca öğretmen, hoca, talebemiz olduğunu akla getirdiğimizde satış rakamları yerlerde sürünen dergi, gazete ve kitaplarımızın baş tarafta belirttiğimiz meselelerle boğuştuğunu izah etmemiz pek de kolay değildir. Fotoğrafı biraz daha genişletip bunca STK, sendika vs.ya rağmen insan hayatına ve ruhuna anlam katan yayıncılığın nasıl bu hale geldiğini anlamamız daha da güçleşecektir.
Bir başka kıymetli dostum yakın zamanda bir öğrencisinin derste faydalanmak adına aldığı kitabın işinin bittiğini, şimdi elindeki kitabı ne yapacağını bilmediğini, çünkü evlerinde bugüne kadar ders kitapları ve Kuran dışında tek bir kitabın olmadığını söylediğini, buna mukabil kitabı ücretini vererek öğrencisinden aldığını anlatmıştı. Zamanın nasihatler değil örneklik zamanı olduğunu yazılarımızda sürekli vurgularız. Evde kitap görmeyen, okumanın neye yaradığını ebeveynlerinden ve çevresinden örnek almayan bir gencin ‘kitap oku, ödevini yap, oku da adam ol vd.’ şeklindeki sitayiş ve uyarıları anlamasını bekleyebilir miyiz? Hakeza öğrencilerine ‘kitap okuyun, okumak insanı kibarlaştırır, hayatını daha anlamlı kılar’ diyen öğretmen yahut hocalarının elinde hiçbir zaman kitap görmediği, son okuduğu kitabın, satın aldığı dergi, gazete ve kitabı hatırlamadığı bir fotoğrafı anlamlandırmasını ve örnek almasını bekleyebilir miyiz!? Ya da borsa ve bitcoin takip edeceğim diye elinden telefon düşmeyen, 7/24 döviz, ekonomi, çarşı pazar konuşan kimselerin zamanlarını okuyarak ve yazarak anlamlı kılmalarını?...
Okumanın ehemmiyetini ortaya koyan kimselere, ki selâm olsun onlara, “Sen de kafayı okumayla bozmuşsun, her şey okumayla hallolur mu? Karnı aç olan insan okumaya kafa yorabilir mi? Her şey okumaktan mı ibaret sayıyorsun? Sen okuyorsan oku, ne o hava mı atıyorsun okuyorum diye vs.” şeklindeki haykırışlarını dikkate alalım bir an. Ve bu kimselere anlayacakları dilden şu soruları soralım: “Hayat sadece para puldan, ev arabadan mı ibaret sanıyorsun, öyleyse zenginler neden mutsuz, neden refah seviyesi yüksek ülkelerde intihar oranları çok yüksek? Neden istediğin araba/ev/telefonu alınca, borsadan büyük para kazanınca, etrafa hava atınca dertlerin hallolmuyor, mutlu olmuyorsun hep, niye içinde eskisinden daha büyük bir boşluk var?” Sorulara devam edelim: “Eskiden her yerde her gazete, dergi ve kitabı bulurken şimdi niye bulamıyoruz? Niye yayınevleri, kitabevleri, dergiler, gazeteler art arda kapanıyor, çıkan pek çok derginin ömrü kısa oluyor? Neden heyecanla alıp okumayı yahut görmeyi arzu ettiğim yayını gittiğim kitapçıda bulamıyorum? Vakit geçirmekten, yayınlar arasında soluk almaktan bahtiyar olduğum kitabevlerini/kitap kafeleri göremiyorum artık, neden birbiri ardına kapanıyorlar, senin ve senin gibiler yüzünden olabilir mi öğretmenim, hocam, amirim, sendika başkanım, bilmem ne derneğinin/vakfının başkanı ve genç arkadaşım?” Bunları düşünüp hallettikten sonra kültür sanat icra edilen ortamlarla ilgili ‘bak bunlar kesin belediyeden nemalanıyorlar, bak kitabını satabilmek için nelere katlanıyor/neler yapıyor, iyi ki okuyor yazıyorsun hava atma, bakma okuduğuna hava atıyor, bunlar dava adamı falan değil rant peşindeler” nev’inden lakırdılarını oturup konuşalım olur mu güzel kardeşim?!...