İnsanın şuursuzluğu, Allah’ın yarattıklarına karşı ilgisiz olması, gerçek sevgiden, merhametten uzak bir yaşam sürmesi insanı gafil kılan önemli bir tehlikedir. Gafil insanlar yemek yemek, uyumak, çalışmak, günlük rutin işler dışında hayatlarında derinlik taşıyan davranışlara, düşünmeye, akletmeye, tefekküre, Allah’ı hoşnut edecek ve kendi ruhunu besleyecek güzelliklere yer vermezler. Oldukça boş ve yararsız işlerle vakit geçirerek her fırsatta yoğun olduklarını dile getirmekle birlikte kendilerini yeterli görebilirler. Bu insanlar içinde bulundukları gafletin ve yüzeyselliğin farkına dahi varamazlar. Allah bu insanların durumunu bir ayette şu şekilde bildirir:
O inkâr edenler Müslüman olmayı nice kereler dileyecekler. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) emel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 2-3)
Gafil bir insanı gördüklerini, duyduklarını anlamlandıramayan, değerlendiremeyen, aklı ve şuuru kapalı bir hasta gibi düşünebiliriz. Bu hastalar bencilce tutkulara, paraya, statüye, güce gereğinden fazla ilgi duyarlar. Durumları nasıl olursa olsun hep daha fazla kazanç elde etmek için çalışırlar.
Oysa samimi bir şekilde Allah’a yönelen müminler tüm bunları sadece Allah rızası için ister. İşine, İslam’a hizmet edebilmek için sarılır. Çünkü rızkı, malı, mülkü yaratanın ve verecek olanın Allah olduğunu bilir. Bu durumu ise, günün her saatinde Allah'ı anmasına, O'na yönelerek dua etmesine ve her şeyin Rabbimiz'den geldiğini bilerek, sahip olduklarının tümünü ancak bir şükür ve zikir vesilesi olarak görmesine sebep olur.
Diğer bir yandan gafil insanlar vicdanlarının üzerini örtmüş, doğru olana uymamak için kulaklarını tıkamış insanlardır. Kararlarında vicdanlarıyla değil nefisleriyle hareket ederler. Oysa müminler bir seçim yapmaları, bir davranışta bulunmaları gerektiğinde vicdanlarına danışırlar. Müminin vicdanı ise Allah’ın rızasının en çoğunu elde edebileceği yollardan yanadır. Temiz bir vicdan Kur’an’a sadık ve kararlı bir vicdandır.
Gafil insanların en belirgin özelliklerinden biri de ölümü hiç hatırlamamalarıdır. Çünkü bu insanlar tutkuyla bağlandıkları arkadaşlarından, işlerinden, nefislerinin arzu ettiği her şeyden ayrılmaktan büyük korku duyarlar bu sebeple ölümü akıllarına dahi getirmek istemez hatta düşünülmesini gereksiz görürler. Çünkü ölüm konusunda tefekkür etmezler. Bu sebeple Allah’a yakın olmayı, ibadetleri hep ileri bir yaşa ertelerler ve ölümle karşılaşacaklarını hiç ummadıkları için tüm bunlara vakitleri kalmadan bu gerçekle yüz yüze gelirler. Öyle ki pek çoğu ölen yakınlarının ardından yas tutar, ölümün bir son olmadığını düşünmezler. Oysa ölüm vakit dinlemez, mazeret kabul etmez. Hiç kimse kendi ecelini erteleyemez.
Bundan yüz yıl önce yaşamış insanlar da ölümü çok az düşünüyorlardı; onların da işleri, çocukları, planları, hırsları vardı. Bu uğurda kimileri dünyaya hükümdar olmayı diledi, yıkılmaz dedikleri kuleler inşa etti ama şimdi hiçbiri yok. Özenle kurdukları düzenler şu an yıkık harabe. Pek çoğu binalarının temeline sevgiyi, tevekkülü, imanı eklemeyi düşünmedi.
Peki ya kurtuluşu yok mu?
Kurtuluş rehberimiz olan Kur’an’ı bilmek, iyice tanımak ve her ayet üzerinde detaylıca düşünerek davranışlarımızı ele geçiren yanlışların üzerine gitmek. Bu yanlışlarda ısrarcı olmadan güzel ahlaka yönelmek için gerekli çabayı göstermek.
Her insan noksandır ve acizdir. Acziyetini kabul etmeyen ise kul olamaz. Kabul eden insan ise kendi nefsiyle değil Allah’ın takdir ettiği vicdanla yol alır.
Bahaneler öne süren insan bulunduğu her ortamı imanına vesile olacak biçimde şekillendirerek bu özelliğinden kurtulabilir. Çünkü işte, trafikte, bulunduğu her ortamda insana Allah’ı hatırlatan sayısız sebep vardır. Örneğin çalışan biri için işlem yaptığı bilgisayarı düşünmek ve tefekkür etmek, trafikte bulunan biri için bulunduğu aracı Yaratanın Allah olduğunu, elimizdeki telefonların sağladığı kolaylığı Yaratanın Allah olduğunu bilmek, düşünmek… Kısacası hayat kendi akışında devam ederken, Yaratıcımızın sunduğu nimetlere karşı duyarlı olup bu nimetler vesilesiyle O’nu tesbih edip yüceltebiliriz. Hayatımızda bunu başarabildiğimiz müddetçe gafillikten büyük ölçüde kurtulabiliriz.
Allah'ı sürekli anmak, O'na yönelmek, O'ndan korkup sakınmak ve her an O'nun rızasını aramak gafleti yok eder, insanı üstün bir şuura, akla ve imana kavuşturur. Bu da -her ne kadar şeytan aksini telkin etmeye çalışsa da- en güzel, en rahat, en emin ve en kolay yoldur. O halde, samimi bir biçimde Allah'a yönelip dönen bir kimse hiçbir şey için geç kalmış değildir. Rabbimiz'in rahmetini umut edebilir. Ayette şöyle buyrulmaktadır:
Rabbiniz, sizin içinizdekini daha iyi bilir. Eğer siz salih olursanız, şüphesiz O da, (Kendisi'ne) yönelip dönenleri bağışlayıcıdır. (İsra Suresi, 25)