Çocuklukta ihmal konusuna değinirken şunu söylemiştik: eğer çocuklukta tamamlanmadıysak, yetişkin olarak kendimizi tamamlamak zorundayız. Yoksa kendimizi bir boşluk hissiyle dolmuş halde buluruz. Bu konuya Yusuf Suresi 101. Ayette değinilmiştir.
“ Rabbim! Bana mülkten verdin ve bana hadisatın tevilini öğrettin. Gökleri ve yeri yarıp ortaya çıkaran Sen, dünyada ve ahirette benim velimsin. Müslim olarak beni tamamla ve beni salihlere dahil et.”
Bu sözler Hz. Yusufa ait. Bu sözlerden anlıyoruz ki Hz. Yusuf mutlu, huzurlu. Kendisine verilen nimetleri ön plana çıkarıyor. Mutlu insan şükürle yaşar. Verilen nimetleri göremeyen neye şükredecek. Mutlu insan tamamlanmış insan verilmeyeni değil verileni görür. Zaten sürekli elde edemedikleri üzerinden hayatı okuyanlar hep mutsuzdur, karamsardır, umutsuzdur, huzursuzdur. Sürekli bir hırs halindedir.
Gerçek manada inançlı insanlar her daim mutmain bir ruh haline sahiptir. Ayetin başında Fatır esması kullanılmış, Halık (yaratma) değil, Fatır (yarıp, ortaya çıkarma).
Aslında her yaratılan bu kodla geliyor: içindeki potansiyeli açığa çıkarma, kinetize etme özelliği. El fatır olan Allah her insanı bir âlem olarak yarattı ve onun içine farklı farklı melekeler, yetenekler, güç ve zenginlikler kodlamıştır. Herkes kendi adına bu yetenekleri bulup ortaya çıkaracak bir çaba içinde olmalıdır.
Allah Hz. Yusuf’a hangi yetenekleri verdi: hadiselerin tevili ve mülkü idare etme, yöneticilik ve liderlik vasıflarını. İnsanın kendi potansiyelini ortaya çıkarması kişisel tatmin ve dünyevi saadeti yakalama açısından son derece önemlidir. Kendini keşfetmek kendi içine yönelmekle mümkündür. El veli esması bize, kendini keşfetmenin Allaha kulluk ve Allah’ın yardımıyla mümkün olduğunu anlatır. El veli en yakın dost, yardımcı anlamındadır.
Peki bu denli mutmain olan Hz. Yusuf çok mutlu bir çocukluk mu geçirmiş? Çocukluğu köle gençliği mahkum olarak geçmiş. En büyük ihaneti ” ailem” dediği insanlardan görmüş. Zindandan çıkınca da depresyona girmemiş. Demek ki önemli olan ne yaşadığımız değil, yaşadıklarımızın bizi neye dönüştürdüğüdür.
İnsan yetenekli olduğu konuda başarı gösterir. Diğer insanların uzun emek ve zamanla başaracağı işleri kolayca başarırlar. Bu farklılıktaki zenginliğin getirisidir. Yeteneğini bilemeyenler yarım kalırlar.
“teveffa” kelimesi beni öldür manasına değildir. “beni tamamla” manasınadır. Burada “müslim” kelimesini inançsal olarak değil de kavramsal olarak düşündüğümüzde “beni kendimle barışık bir insan olarak tamamla” manası çıkıyor. Müslim aynı zamanda teslimiyet manasına da geliyor. Teslimiyette zaten kişinin kendisiyle ve hayatla barışık olma halinin tezahürüdür. Kişi kendiyle barışık olursa yoku değil olanı, yapamadıklarını değil, yapabildiklerini görür, yeteneklerini keşfeder, teveffa olur yani tamamlanır. Dünyaya geliş sebebimiz bu, kendimizi bulup son şeklimizi almak.
İçsel ve sosyal yolculuğunu tamamlayan örnek şahsiyetlerdir ki bunlar, sıddıklar, nebiler, şehitlerdir.
Ancak kendisiyle barışık olan hayat ve diğer canlılarla tam bir uyum ve denge içinde olanlar salih amel, ıslah edici amel yapabilirler. Salih amel başkasını kapsayan amellerdir. Başkasını yükünü alanlar yük olmayanlardır. Zaten yarım kalmış, zaten kendiyle kavgalı bir insan başkasının derdini nasıl alacak. Kimse kendinde olmayanı veremez.(Bu konuya H. Kemal Gürger’ in Yusuf Suresi tefsirinden ulaşabilirsiniz)
Jonice Webb in kitabına dönecek olursak, Simon isimli danışanın anlattıklarından yola çıkarak anlıyoruz ki, duygusal boşluk hissiyle yaşayanların en yaralayıcı duygusu yarım kalmışlıktır. Kendini tamamlamak için ilk yapması gereken dışarıya değil kendi içine yönelmektir.
Fiziksel yeterliliği olan herkes ebeveyn olsa da içsel olgunluk olarak ebeveynlikten çok uzak olabiliyor. Üstelik bu duruma hiç aldırmadan çoluk çocuğa karışabiliyor. Aile terapisti olan Saliha Erdim Hanım “maalesef çocuklara en çok kendi ana babaları zarar veriyor” demiştir. Tutarsız, yanlış ebeveyn tutumlarının negatif etkileri çocukların yetişkinlik döneminde yeniden canlanıyor. Hatta bazen hayata küsmesine, hayattan kopmasına neden olabiliyor. Paulo Coelho’nun dediği gibi “en kusursuz cinayet birinin yaşama sevincini öldürmektir.”
Maria Balter örneğini duymuşsunuzdur. Evlatlık verildiği ailede gördüğü işkenceler yüzünden 17 yaşında bakım evine yatırılmış ve oradan 34 yaşında çıkabilmiştir. Çıktıktan sonra hayata küsmemiş, okumuş, psikiyatr olmuş ve 17 yıl kaldığı o hastahaneye idareci olmuştur.
Bir de hiç toparlayamayanlar vardır. Ağır depresyon geçiren hastaları görmüşsünüzdür. Bir kenarda tıpkı bir bitki gibi durur. Diri diri kendini gömmüş gibidir. Allah bu insanları o hale getirenlerden hesap soracaktır.
“ Diri diri toprağa gömülen kıza hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman .”
Tekvir Suresi 8,9
Allah’a emanet olun