Boşta kalırsa zaman zaman kullandığım, ayağımı yerden kesen eski model bir arabam var. Arabayı 13.00 gibi oğlandan aldım. 14.00’deki toplantıma kadar bir dostu ziyaret edeyim istedim. 15-20 dakika içerisinde dostumun çayını-kahvesini içip çıktım.
Ana caddeden tali yola girdim. Tali yol dedimse bilenler için işlek bir yol ama özel otoların dışında toplu taşımanın işlemedi bir yol girdiğim yol. Hemen sağda yaşı 75’i geçmiş kilolu bir teyzeyi bekler gördüm. Önünde de birkaç poşet market alışverişi var. Sanırım ana caddede bulunan marketlerden alışveriş yaptıktan sonra taşıyabildiği kadar taşımış, dinlenmeye koyulmuş. Durdum yanında. Teyze! Gideceğin yere kadar götüreyim teklifime “İyi olur yavrum” dedi. Poşetleri arabanın arka koltuğuna koydum. İster arka sola bin veya ön koltuğa otur teyze dedim. Zorlanarak ön koltuğa oturdu. Bana “buradan nereye gidiyorsun” dedi. Toplantıya gidiyorum dedim. “Kuzum! Allah ne muradın varsa versin, çok iyi oldu. Allah razı olsun! Şuradan şuraya getiremedim işte” diyerek duanın birini bıraktı, diğerine geçti. Belki de hayatım boyunca bu kadar duayı aynı anda işitmemiştim. Aslında bir şey yapmadım. Ne yolumu saptım, ne de oyalandım.
Görüntüsünden ayakta zor duran teyze ile birlikte 3-4 km yolculuk yaptım. “İşte burası evimiz, ben burada ineyim” dedi. Eşyalarını indirdim. Göz ucuyla oturduğu eve bir göz attım. İçinde kaç oda var bilmiyorum ama ev yıkıldı yıkılacak. Eskinin tek katlı kerpiç evlerinden bir ev. Ev diyorum ama belki de tek gözlü bir ev. Burası sizin mi dedim. “Yok yavrum! Kira. Yeni artırdılar” dedi. Kaça oturuyorsun burada dedim. “250.00 liraya” dedi. Kimin kimsen yok mu soruma “Kocam var evde yatıyor, hasta kalkamıyor. Bu iş bana düştü. Ben de hastayım. Çalışıyordum, hastalığım artınca bırakıverdim” dedi. Sosyal güvenceniz var mı dedim. “Yok, ne arasın” dedi. Oğlan-kız yok mu dedim. “Var bir oğlum var. O bizden muhtaç ve beter durumda. Kendine hayrı yok ki bize olsun. Evliydi eşinden ayrıldı. Kaç çocukla bir başına kaldı” cevabını verdi. Mahalle muhtarına durumunu hiç anlattın mı dedim. “Anlattım, işte bu durumdayız” dedi. Teyze, Allah yardımcın olsun dedim, toplantıya yetişmek için yanından ayrıldım.
Toplantı salonuna geçtikten az sonra görevli kişi kalabalık bir topluluğa sunumunu yapmaya başladı. Ama nedense seminere kendimi veremedim. Vücut olarak salondaydım ama kafam teyze de takılı kaldı. Bir türlü aklımdan çıkmadı. Ne yer ne içerdi? Kim bakardı bunlara? Kirayı verebiliyorlar mıydı? Gerçi kiranın pek bir ehemmiyeti yoktu ama 250 lira bile onlar için bir şey ifade ediyor olmalıydı. Sonra o evde nasıl oturuyorlardı? Büyük bir ihtimalle ne doğal gazı var, ne de içeride bir su şebekesi. Soba yakıyor olmalılar. Çünkü o eve ne doğalgaz izni verirler, ne de oturma ruhsatı. Yıkılacağı günü bekliyor. Metruk bir ev teyzenin oturduğu yer anlayacağınız.
Biz Konya merkezde doğalgazlı konforlu bir evde keyif çatarken ayakta kalmak ve hayata tutunabilmek için yoklukta yaşam mücadelesi veren bu şekilde daha kaç hane var? Biz bilmiyoruz ama Allah biliyor. Elbette hesabı bizden sorulacak öbür dünyada. Öyle fildişi kulelerde halktan kendini soyutlayarak koltuk işgal etmeyle bu işler olmuyor. Tıpkı yetimlere bakan koca karının “Adli ilahi Ömer’den sorar onu” dediği gibi belediyesinden, muhtarından, kaymakamından da hesabı sorulacak elbet.
Mahalle muhtarı mahallesini adım adım gezerek muhitindeki bakıma muhtaç olan bu tipleri listesine almalı. Kaymakamlığın uhdesinde olan Fak-Fuk-Fon bunlara kesenin ağzını açmalı, belediyeler yaptıkları sosyal yardımlarda bu tip aileleri pas geçmemeli. Çünkü sosyal devlet olmanın gereği budur. Öyle “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” ile bu işler olmuyor maalesef!