Bu gün Osmanlı Devletinin son dönemlerine ait ekonomik ve ticari hayatla alakalı batılı elçilerin, tarihçilerin ve tüccarların yazdıkları eserlerden ve hatıra notlarından aldığım örnekleri size aktarmak istiyorum: Yabancı bir kumaş tüccarı Osmanlı’da bir imalathaneden kumaş almaya gelir. Pazarlık sonrası kumaş topları yüklenmek üzere ayrılırken üretici bir top kumaşı ayırır ve başka bir yere koyar. Yabancı tacir ısrarla o top kumaşı da almak isteyince üretici veremem zira o kusurludur der. Tüccar bunun önemli olmadığını o top kumaşı da almak istediğini söylemesine rağmen üretici “-Hayır, onu size satamam” der. Tüccar üsteleyince şu cevabı alır:
Bakınız ben size bunun kusurlu olduğunu söyledim. Fakat sizden ülkenizde bu kumaşı alacak olanlar bunu bilmeyecek. Ben ise istemeyerek de olsa kusurlu kumaş satmış olacağım. Bu kumaşı alan insanlar Osmanlı’nın hilekar olduğunu düşünecekler. Şeref ve haysiyetimiz rencide olacak. Bu bakımdan size o kumaşı veremem.
Yine 1850’lerde Türkiye’de uzun yıllar kalmış olan tarihçi ve yazar Ubicini (1818-1884) hatıralarında bir Ermeni tüccarın istediği paranın yarısını, Rum tüccara ise üçte birini veriniz. Ancak bir Müslümanla alışveriş yapacaksanız istediğinden emin olun ve ücretini ödeyin diye yazmıştır. Yabancı elçilerin ve eşlerinin 1800’li yıllara ait hatıralarında Osmanlı Ticaret hayatı içerisinde bir tek olumsuzluğa rastlamak neredeyse mümkün değil. İngiltere elçisinin eşi Lady Montagu hatıralarında Osmanlı’da ticaret ahlakından bahsederken şu notları kaleme almış:
İngiltere’de yalancılar yaptıkları ile övünürler. Burada ise (Osmanlı’da) yalan söylendiğinden emin olunduğu vakit yalancının alnına kızgın demir basılıyor. Bu kanun bizde uygulansa ne kadar güzel yüzün bozulduğu ne kadar kibar sınıfa ait insanın peruklarla gezmek zorunda kaldığı görülürdü diyor. Yine tarihi kayıtlarda Hollanda Ticaret Odası’nda yapılan oylamalarda oyların eşit çıkması durumunda Türklerle alışveriş yapanların oylarının çift oy sayıldığı görülmekte. Türklerle alışveriş yapmak Avrupa’da ayrı bir itibar ve güven kazandırmaktaydı. Avrupalı tüccarlara. yine bir Fransız gezgini olan Dr. Brayer bu konuyla alakalı olarak 1830’lu yılların İstanbul’unu anlatıyor bize: “Evlerin kapısının şöyle böyle kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla umumî ahlâka itimaden açık bırakıldığı İstanbul’da her sene azami beş-altı hırsızlık vaka’sı görülür. ” Ubicini, Dr. Brayer’i şöyle doğruluyor: “Bu muazzam payitahtta dükkâncılar, namaz saatlerinde dükkânlarını açık bırakıp camiye gittikleri ve geceleri evlerin kapısı basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede dört hırsızlık vakası bile olmaz. D’ Ohsson (1740-1807) isimli İsveç elçisi “Osmanlı Medeniyeti” isimli eserinde bütün anlatılanları bakınız nasıl özetliyor:
-Osmanlı’lar doğruluk ahlak ve namus prensiplerine son derece bağlıdırlar. Aralarındaki bütün sosyal münasebet ve düzen iyi niyet ve şefkate dayanır. Başka ülkelerde olduğu gibi aralarında yazılı antlaşmalar yapmazlar. İyi niyet ve söz herşeyi halletmektedir. Osmanlı’lar verdikleri sözün esiridirler. Bu tutumları yalnız dindaşlarına değildir. Hangi dine mensup olursanız olun aynı muameleyi görürsünüz. Gayrimeşru olan her kazancı ahlaksızlık ve dine aykırı görürler. Bu yoldan kazanılan servetin insanı dünyada ve öteki dünyada bedbaht edeceğine samimiyetle inanırlar. Bunları okurken insan kendisini masal okur gibi hissediyor. Gelişip büyüyeceğiz ekonomik güç olacağız derken hangi değerleri feda ettik acaba. Tek amacın daha çok kazanmak ve zengin olmak olduğu bir dünya hangi milleti daha medeni yaptı. Daha fazla zengin olabilmek adına her yapılanın meşru olduğunu nasıl kabul edebilir hale geldik. Yukarıda tamamı batılı yazar elçi ve tarihçilerin Osmanlı’nın ekonomik yaşamına ilişkin notlarını aktardım. Günümüzdeki ticaret ahlakı ile bir karşılaştırın. Hangi değerleri kaybettik bir düşünün.