Pandemi ile ölümüne savaşan 387 sağlık çalışanını Virüs aldı götürdü. Bu mücadele dışında, Sağlık çalışanlarının yüzde 13’ü hasta yakınlarından şiddet gördüler.
Bir önceki 14 Mart’tan bugüne hasta yakınları Hastane bastı, ambulans durdurdu, önüne geçti. Sağlık çalışanlarını fütursuzca darp etti.
Onlar yine de Türk insanı için mücadele etmekten vazgeçmediler!
Virüsün elinden sayısız insanı çekip alırken, insanlar kurtuldu, doktorlarımızı ve sağlıkçılarımızı virüse kurban verdik.
Dün 14 Mart’tı!
Tıp Bayramıydı!
İlk Tıp Bayramı 14 Mart 1919’da işgal altındaki İstanbul’da kutlanmıştı.
İstanbul’un işgaline karşı en büyük tepki, en büyük direniş, en büyük mücadele Tıbbiye öğrencileri tarafından verilmiştir.
Türk İstiklal mücadelesinin en büyük destekçileri olan Tıbbiyeliler, mücadelenin her safhasında yer aldılar.
Dünden bugüne Türk Milleti için yapamayacakları hiçbir fedakarlık yoktu.
Tıbbiyeliler aynı ruh, aynı inanç, aynı aşkla yollarına devam ediyorlar.
Bir asır önce işgal vardı, vatan mücadelesi vardı, Türk Milletinin yaralarını sarmaya, salgınlara karşı durmaya ilk onlar koştular. İlk Müdahaleyi onlar yaptılar.
Bugün Pandemi var, yine bu önüne geçilemez denilen salgın karşısında Türk Milletini yalnız bırakmayan Tıbbiyeliler var!
O günden bugüne tam 102 yıl geçti.
*****
14 Mart 1919 gününe Tıbbiye öğrencileri ve Tıbbiye üçüncü sınıf öğrencisi Hikmet Mehmet damgasını vurmuştu.
14 Mart günü Tıbbiyeli Hikmet Mehmet’in önderliğindeki Tıbbiye Öğrencileri, Tıbbiye binasının kuleleri arasına büyük bir Türk Bayrağı asarak, işgale ve emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesini başlattılar. Öğrencilerin lideri Tıbbiyeli Hikmet Mehmet yaralandı.
Balıkesir Savaştepe doğumlu genç Tıbbiye öğrencisi daha sonra arkadaşlarını temsilen Sivas Kongresine katıldı.
Tıbbiyeli, Hikmet Mehmet henüz 18 yaşındaki bir Tıbbiye öğrencisi iken, 4-11 Eylül 1919’da toplanan tarihi Sivas Kongresi’ne katılan 38 delegeden biri olmuş, Milli Mücadele için oluşturulan bütün derneklerin “Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adıyla, bir çatı altında toplanmasını teklif etmiş, ABD veya İngiltere’nin güdümüne girmeyi savunan “mandacıların” karşısına korkusuzca dikilme cesaretini göstermişti.
9 Eylül 1919 günü Sivas Kongresinde, öyle bir konuşma yaptı ki, bu konuşma unutulmaz konuşmalardan biri olarak tarihe geçti.
Mustafa Kemal Atatürk’e karşı şöyle demişti, Tıbbiyeli Hikmet;
“Paşam, murahhası bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz."
Tıbbiyeli Hikmet’in konuşmasına karşı Mustafa Kemal Atatürk’ten de şöyle bir cevap gelmişti;
“Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin. Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm!”
Bunun üzerine Tıbbiyeli Hikmet, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın yanına giderek ellerine sarıldı. Gazi Paşa da O’nu alnından öptü.
*****
Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulunca; Tıbbiyeli Hikmet, arkadaşı Yusuf Balkan Beyle birlikte, Tıbbiyedeki öğrenimini yarıda bırakarak Ankara’ya geldi. İki arkadaş Cebeci’deki Asker Hastanesinde görevlendirildiler. O tarihte, “tifüs salgını” halkımızı ve özellikle cephedeki askerimizi kırıp geçirmekteydi. Onlar, tifüse karşı aşı üretmek için gönüllü olmuşlar, aşı çalışmalarına katılmışlardı.
Tabip Albay İbrahim Tali Öngören başkanlığında gece-gündüz çalıştılar.
Bu başarıları ödüllendirildi, Teğmen rütbesi verildi. Hikmet Bey, “Sıhhiye Subayı” olarak, Büyük Taarruza katıldı. Zafer’den sonra İstanbul’a dönerek, Tıbbiyedeki öğrenimini tamamladı.
Soyadı kanunundan sonra “Boran” soyadını alan Dr. Hikmet Mehmet Boran, 2012 yılında vefat eden ünlü sunucu Orhan Boran’ında babasıydı.
1940 yılında, gönüllü olarak gittiği Sarıkamış’ta, Verem hastalığına yakalanmış. İstanbul’da bir Sanatoryumda bir yıl kadar tedavi görmüşse de sağlığına kavuşamamıştır.
1945 yılında hayatını kaybettiğinde 44 yaşında olan, Genel Cerrah Hikmet Mehmet Boran’ın baştan başa mücadeleden ibaret olan hayatı, gönüllü olarak insanları kurtarmak için gittiği memleketinin en ücra köşeleri, bugün Pandemiyle mücadele eden ve onun gibi oldukça genç yaşlarda hayatını kaybeden doktorlarımızla ne kadar benzeşiyor değil mi? Hatta tıpatıp aynı!
*****
Tıbbiyeli Hikmet Mehmet Boran’ın adını taşıyan bir Tıp Fakültemiz yok!
Doğduğu Balıkesir Savaştepe Belediyesi tarafından adına bir park yapılmış ve büstü dikilmiş. Savaştepe’liler ellerinden geleni zaten yapmışlar, sağ olsunlar…
Adını bir Tıp Fakültesine vermekte Sağlık Bakanlığımıza yakışır!
Bugün için kamuoyunda böyle bir teklif dolaşıyor!
Böyle bir teklife gerek dahi olmadan bir Tıp Fakültesine adı verilemez miydi diye de düşünmeden edemiyorsunuz!
Rahmetli Dr. Hikmet Mehmet Boran’ın adı neden yaşamasın, neden yaşatılmasın ki?
Tıbbiyelilerin o gür sesi, işgalcilere karşı mücadelesi ve duruşu, Sivas Kongresinde yapmış olduğu konuşması, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ki çalışmaları ve gayreti az şey mi?
Sağlık Bakanımız, Tıbbiyeli Hikmet’in adını mutlaka bir Tıp Fakültemizde değerlendirecektir diye düşünüyorum.
*****
Tıbbiyelilere, sağlıkçılarımıza borcumuz o kadar çoğaldı ki, bu borçların en ağırı nedir bilir misiniz?
Vefa!
Bu vefa hepimizin boynuna borç…Ülkemizde binlerce sağlık ocağımız var.
Bu sağlık ocaklarına, hastanelere, sağlıkla ilgili kurum ve kuruluşlara bugüne kadar Pandemi karşısında hayatını kaybeden sağlıkçı kardeşlerimizin ve Doktorlarımızın adını vermeyi neden hiç düşünmedik?
Evet, bazı Hastanelerimize, Doktorlarımızın adını vermedik değil!
Ancak, yetmez!
Gelin istisnasız her birinin adını yaşatalım!
Şehirlerimizde bilmem kaç nolu Sağlık Ocağı diye anılan sağlık ocaklarına, sağlık kurum ve kuruluşlarına, bu kardeşlerimizin adını verelim…Hatıraları ve isimleri yaşasın yaşatılsın.
Türk insanını kurtarmak için verilen hayatların, isimsiz kahramanların isimleri yaşasın, unutulmasın!
Bu kadarcık bir vefayı onlara borçluyuz!