Her toprak parçası vatan değildir. Toprağın vatan olması için kanla yoğrulması gerekir. Anadolu, vatan olana kadar çok kan döküldü, çok şehit verildi. Öyleyse artık bu topraklar bizim vatanımızdır. Gerekirse baş verilir, ancak vatan verilmez.
Vatanın ne anlama geldiğini anlatmaya çalışacağım birkaç örnekle.
Nene Hatun’u bilir misiniz? Adını tarihe altın harflerle yazdıran Erzurumlu Nene Hatun Osmanlı-Rus Savaşında henüz 20 yaşındadır. Bir gün önce abisi Hasan cepheden yaralı dönmüş, Nene Hatun’un kollarında can vermişti. 1877 yılında o dönemde Osmanlı vatandaşı olan Ermeniler Aziziye Tabyasına girmişlerdi. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda iken şehit etmişler, arkasından da Rus askerleri tabyayı ele geçirmişlerdi. Bu olayın ardından Erzurum halkı ayaklanmış, tabyaya doğru yola çıkmışlardı. Nene Hatun da onların içindeydi. Üç aylık bebeğini emzirmiş, abisinin tüfeğini alarak yola çıkmıştı. Küçük çocuğu olduğunu, gitmemesi gerektiğini söyleyenlere “Bebem anasız büyür ama, vatansız büyümez” diyerek yoluna devam etmişti.
*************
Mondros Mütarekesi gereğince Fransızlar Maraş’ı işgal etmişler, yerli işbirlikçileri Ermenilerle zaman-zaman şehirde taşkınlıklar yapıyorlardı. 31 Ekim 1919, tarihimizde önemli bir dönüm noktası olmuştur.
O gün Müslüman kadınlar Uzunoluk Hamamından çıkmışlar evlerine giderken, ecelini arayan Fransız devriyeler kadınların peçesini açmak için sataşmaya başlamışlardı. “Burası, artık Fransız yurdu. Burada çarşafla dolaşmak yasak” diyerek salyalarını akıtıyorlardı. (Baş örtüsünden rahatsızlık duyan yerli Fransızlar hâlâ mevcut) Sütçü İmam gördükleri karşısında tahammül edememiş, toplu tabancasını ateşlemiş, Fransız devriyeleri öldürmüştü. O tarih, Millî Mücadelenin başlangıç tarihidir.
Maraş’ın şanlı kurtuluş mücadelesinde Rıdvan Hoca’yı da anmadan geçemeyiz. Ulu Camide imamlık yapan Rıdvan Hoca, Maraş kalesine Fransız bayrağı çekildiği için Cuma günü minbere çıkmış tarihi konuşmasını yapmıştır:
“Muhterem cemaat. Bugün minbere hutbe irat etmek için çıkmadım. Çünkü Cuma Namazının ilk şartı hür olmaktır. Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir şehirde hürriyetten bahsedemeyiz. O bayrak oradan inmeden Cuma namazı kılamayız.”
Cemaat bayrağı kaptığı gibi kaleye hücum ediyor, Fransız bayrağını indiriyor, şanlı bayrağımızı göndere çekerek, Cuma namazını da kalenin burçlarında kılıyorlar.
***************
"Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde şüheda kanı karışıktır... Din için, namus için, hürriyet için ölüme atılmak; bize, ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Bir gün evvel topraklarımızdan savuşup gidiniz. Yoksa kıyarız canınıza."
Yukarıdaki sözler Antep’in Milli Mücadeledeki kahramanı Şahin Bey’e aittir.
Fransız işgal kuvvetlerine kahramanca karşı koyan Şahin Bey ve beraberindeki serdengeçtiler işgale izin vermemişler, Şahin Bey düşman komutanına yukarıdaki mesajı iletmiştir.
Şahin Bey ilerideki zamanlarda da çok mücadeleler yapmış, düşmanın Antep’e girmemesi için günlerce Fransızlarla çarpışmış ve kahramanca şehit olmuştur.
“Benim cesedimi çiğnemeden Antep’e giremezler” de Şahin Bey’in sözüdür.
****************
Çanakkale dendiği zaman hep burnumun direği sızlar. Öyle destansı bir savaştır ki Çanakkale savaşı, dünyada bir eşi daha yoktur. Her Türk’ün oraları mutlaka görmesi gerekir. Ben henüz oraları görmedim. Ama ömrüm varsa Allah’ın izniyle oraları görmek en büyük arzum. İlk okula başlayan her öğrenci ilk dersi Çanakkale’de yapmalı. Vatan ne demektir orada anlatılmalı gelecek nesillerimize. Vatanı, elini ılıktan soğuğa sokmadan kucağında bulanların bu değeri anlaması imkânsızdır. Bugün bile bazı sıkıntılar çekiyorsak, bunda Çanakkale savaşlarının derin izleri vardır. 10 milyon nüfusun dörtte birini bu savaşta şehit veren ülkemiz, münevver ve genç nüfusu sıfırlayarak küllerinden yeniden doğmuştur.
Çanakkale savaşına katılan erinden en üst rütbeye kadar tüm askerler Milli Şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi “Bedr’in aslanları” kadar şanlıdır, övgüye layıktır. Bugün bir çoğumuzun evinde yemek konusunda anlaşmazlıklar yaşanır. Özellikle çocuklarımızın yemek seçmesi bizleri üzer. 43. Piyade Alayı, 1. Piyade Taburu, 1. Piyade Bölüğünün sadece dört günlük tabldotuna baktığımız zaman ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
15 Haziran 1915
Sabah: Üzüm hoşafı, Öğle: Yok, Akşam: Üzüm hoşafı, Ekmek: Tam
26 Haziran 1915
Sabah: Yok, Öğle: Yok, Akşam: Yağlı buğday çorbası, Ekmek: Tam
18 Temmuz 1915
Sabah: Üzüm hoşafı, Öğle: Yok, Akşam: Yok, Ekmek: Yarım
21 Temmuz 1915
Sabah: Yarım ekmek, Öğle: Yok, Akşam: Üzüm hoşafı, Ekmek: Yok
Askerimiz bir yandan düşmanla savaşırken, bir yandan da yokluklarla savaşıyordu. Çanakkale’deki kınalı kuzular vatanı vermemek için gözlerini kırpmadan canlarını veriyorlardı. O günler olmasa bu günler nasıl olurdu?
Çanakkale demişken bir paragraf da Seyit Onbaşı’ya açmamak olur mu?
Seyit Onbaşı inanç ve imanın sembolü. Başarmanın ilk şartının inanmak ve iman etmek olduğunu bizlere o kadar güzel anlatmıştır ki, Allah onda bir mucizeyi tecelli ermiştir. “Ya Allah!” diyerek mededi yaratandan beklemiş, Allah da kuluna cevap vermiştir. Ya değilse 276 kiloluk mermi nasıl sırtlanılır, nasıl ilk atışta hedefini vurur?
İşte Anadolu toprağı böyle vatan olmuştur. O günleri unutan hainlerin bunları hatırlaması gerekmektedir. Vatanımız için kirli emelleri olanların akıllarını başlarına alması gerekmez mi sizce de?
Ne diyelim! İsteyene ölüm de şifa…