Bestesi Selahattin Altınbaş’a, güftesi Orhan Arıtan’a ait olan, “Ömrümüzün son demi” diye Hüzzam makamında ki o içli şarkıyı bilir misiniz?
Ne demiş şair Orhan Arıtan;
“Ömrümüzün son demi son baharıdır artık / Mâziye bir bakıver neler neler bıraktık / Küserek ayrılırsak olur inan ki yazık/ Mâziye bir bakıver neler neler bıraktık”
Dem, an demektir. Saflık demektir, olgunluk demektir.
“Dem bu demdir, dem bu demdir dem bu dem!” derler ya hani…
Dem maziyi de çağrıştırmalıdır. Lafını demle de öyle konuş dememiş mi büyüklerimiz! Laf demini almadan olmaz diyenlerde onlardan başkası değil!
Güzel Türkçemiz, demlenmiş lisanlardan.
Türkçenin nezaketi, inceliği ve zarifliği şiirlerle, şarkılarla ve türkülerle sınırlı kalmamalı.
Türkçemiz sevginin ve saygının lisanı!
Kem söz sahibine aittir diyen atalar bizim atalarımız! Türkçe; kaba-saba sözlerin, küfretmenin, sövmenin lisanı olamaz, olmamalı!
Lisanımızdan süzülen sözler ayrıştırmaya değil, uzaklaştırmaya değil, yakınlaştırmaya vesile olmalı!
Çünkü zaman ayrılma zamanı değil! Ayrışma zamanı değil!
Laf olsun diye ortaya saçılan bir olma birlik olma laflarının samimiyetsizliği değil!
Kavga zamanı, tartışma zamanı, sataşma zamanı hiç değil!
Küsmenin, küs olmanın, küs kalmanın zamanı da değil!
Ne diyordu Yunus Emre?
“Ben gelmedim davi için/ Benim işim sevi için/ Gönüller dost evi için/ Gönüller yapmaya geldim”
Gönüller yapmaya gelen hani? Nerede o gönlümüzü alacak olanlar? Nerede o gönlünü verecek olanlar? Nerede o gönül postunu meydanlara serecek olanlar? Neredeler?
Yetmedi mi kavga, yetmedi mi küslük, yetmedi mi sataşma, tartışma, yumruklaşma, küfürleşme, yetmedi mi?
*****
Mazi, barışla dolu! Barışmakla dolu! Elini uzatmakla dolu! Gülen yüzlerle, gülen gözlerle dolu! Bir zamanlar böyleydi, bir başkaydı Anadolu!
Lafların yaraladığı, tahrik ettiği, vicdanları deştiği, küfrün ve küfürleşmenin beğenildiği, takdir gördüğü, peşi sıra gidildiği, hayranlıkla izlendiği en talihsiz, en bahtsız günlerdeyiz!
Bu hal, hal değil!
Bu biz değiliz!
Kim getirdi bizi bu hale diye soranları sevmiyoruz!
Vicdanımız yok, merhametimiz kayıp!
Edep ve adap terazimiz şaşmış!
Ya bendensin yada hiç gibi kıldan ince, kılıçtan keskin bir çizgi çekmişiz kardeşliğe, dostluğa!
Hoşgörü nerelerde bilen var mı?
Sizden-bizden hikayelerini meğer ne kadar da çok seviyormuşuz? Kim saçtı aramıza bu nifak tohumlarını, kim estirdi ayrı-gayrı olma rüzgarlarını?
Ecdadımız Türk Milletini birleştirmek için neler yapmadı neler!
Üzerinde yaşadığımız Anadolu toprakları, birlik ve beraberlik mücadelelerine az mı sahne oldu!
26 Ağustos 1071 itibarıyla, bin yılın içindeyiz! Hâlâ neyin derdindeyiz?
*****
Bu coğrafyada sağlanan birlik ve beraberliği dağıtmak için, yok etmek için seferler yapıldı, istilalar oldu! Bu coğrafyayı vatan yapmıştık. Dağına taşına, ovasına, yaylasına, akarsularına, şehirlerine, köylerine mührümüzü basmıştık!
Darda kaldığımızda, şair Orhan Şaik Gökyay gibi, “ Bu vatan kimin?” diye sormuştuk! Mehmet Akif gibi, “Korkma” diye yüreklendirmiştik Türk Milletini.
Ne diyordu Yunus, “ Çıktım erik dalına” şiirinde;
“Bir sinek bir kartalı kaldırıp vurdu yere, / Yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu.”
Selçuklu Anadolu’nun çift başlı kartalıydı.
Moğol girdi Anadolu’ya… İstila etti bir uçtan bir uca…Taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmadı. Şehirleri yağmaladı. Kadınları, kızları, çocukları köle yaptı. Hele bir Baycu Noyan vardı ki, o kadar çok kan döktü ki, onun o çok kan döktüğü yıla “Baycu yılı” dedi insanlar.
Yunus, Moğol istilası sonrasında ümitsiz gönül yaralarını tamir edenlerdendi. Selçuklu kartalını, sinek tabiatlı, sinekten iğrenç vahşet ve kan kokusundan başka bir şey bilmeyen Moğollar yerden yere vurmuşlardı. Kendilerine yakın Selçuklu Emirleriyle işbirliği yaptılar, Sultanlık makamına istediklerini getirdiler. Karşı koyanları ise paramparça ettiler!
*****
Süleymanşah oğlu Ertuğrul Bey ve Ertuğrul Bey oğlu Osman Bey’le başlayan mücadelenin temelinde bir olma, birlikte hareket etme fikri devlet olmaya giden yolun temelini atmıştı.
Yıldırım Beyazıt ve Fatih Sultan Mehmet Anadolu birliğinin kurulmasını sağlamışlar, Fatih asırlarca devam eden bir birliğin önündeki son engeller olan Karamanoğullarını ve Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’ı Otlukbeli’nde yenerek birliği tesis etmişti.
Osmanlı dağılırken, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, tekrar birliği ve dirliği kalmayan Anadolu’da Türk Milletini bir ve beraber kılmışlar, işgalin önüne Türk Milletiyle birlikte geçmişlerdi.
Genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk yüzyılına sadece tek bir yıl kaldı!
Onun için zaman geri dönüp maziye bakma zamanı!
Maziye bakıvermek zamanı.
Mazi kalbimde yaradır gibi hüzünlü şarkı sözlerinden elbette bahsetmeyeceğiz!
Mazi geleceğe giden yolun kılavuzudur.
Anadolu, bir olmayı, birlikte hareket etmeyi her defasında başarmış, üstesinden gelmiş, sen-ben yok, biz varız, bir ölür bin diriliriz diyebilmiş olaylarla doludur.
*****
Mazi, Yunusun dediği gibi ondan ders alarak, ders çıkararak, laf ola kese savaşı deme zamanı. Ağulu aşı yağ ile bal etme zamanı.
Bizim laflarımız sataşmayı, arıza çıkarmayı, üstünlük taslamayı, tartışmayı, sövmeyi-süpürmeyi, bırakmalıdır!
Ayrışma değil, barışma zamanı!
Acı değil, tatlı söz zamanı!
Gönül yıkma değil, gönül alma zamanı!
Çünkü güzel Türkçemiz, sövme, küfretme, hakaret etme ve aşağılama lisanı değildir! Barışma lisanıdır. Konuşma ve anlaşma lisanıdır. Birbirine sarılma ve tutunma lisanıdır.