Türkçemiz son günlerde ne durumda diye merak edenimiz, bizde ne yapıyoruz böyle, diye soranımız, soruşturanımız oldu mu?
Olmadı!
Neredeyse hiç Türkçe konuşmayacağız!
İnsanların neleri sevdiklerini bir sorun bakalım, Türkçe olan bir şeye rastlayacak mısınız?
Çünkü ne yaptığımızın neler söylediğimizin farkına varamamak gibi bir girdabın içinde deli gibi dönmeye devam ediyoruz.
Bu dönüşten rahatsız mıyız?
Hayır!
Başımız falan dönmüyor mu?
Neden dönsün ki…
Yeni bir şeyler keşfettiğimiz,
Herkesin bizi beğendiği,
Takdir ettiği,
Sürekli övdüğü,
Hatta kıskandığı düşüncesinin keyfiyle zevk içinde tatlı bir baş dönmesi yaşadığımızı anlatmaktan geri durmuyoruz!
Öyle mutluyuz ki, ayaklarımız yere değecek gibi değil!
Neredeyse, Türkçeyi ne kadar az kullanırsak, kârdır gibi bir anlamsızlıkla karşı karşıyayız!
Bu hale nasıl geldik?
Kim getirdi?
Bu nasıl bir algıdır?
Güle, oynaya yabancı dillerin kayığına binmiş, dilimizde o dillerin şarkıları, o dilin kültürünün izleri, İngilizceden, Fransızcadan, İtalyancadan, hoşumuza gittiyse, İspanyolcadan, Çin’e gittikten sonra Çince’den, Japonya ziyaretlerinden sonra da Japoncadan esintiler taşımaya başladık.
Batı hayranlığını bilirdik de, Uzak Doğu’ya aşık olacağımız aklımıza gelmezdi.
ARGO, ZEHİRLİ SARMAŞIK GİBİ TÜRKÇEMİZİ SARDI!
Türkçemizi gün içinde ne kadar konuşuyorsunuz?
Muzipler, doğru amma, Türkçe sövmenin yerini hiçbir dil tutmuyor, bu yüzden Türkçe sövüyoruz demekten kendilerini alamıyorlar!
Türkçe ve sövmek yan yana gelebilir mi?
Kesinlikle gelmemeli…
Getirilmemeli…
Büyüklerimizin edep ve adap dedikleri düstur içerisinde küfür yok, küfre yer de yok!
Argonun, zehirli sarmaşık gibi dilimizi sardığı,
Türk dili bahçesinde, çimlenen, geliştirilen sahte güllerin,
Sahte lalelerin,
Sahte leylakların ve ayrık otlarının,
Dilimizi kıpırdayamayacak hale getirmesinin suçlusu onlar değil,
Dilimize sahip çıkma noktasında direnmeyen,
Direnç göstermeyen bizleriz!
Mesleklerimizi, İngilizce isimlerle söylemek hoşumuza gidiyor!
Neden gidiyor?
Kimine göre havalı, kimine göre içi dolu, kimine göre bir ağırlığı, bir kabulü var.
Kime göre var?
Çevremizde bizim gibi düşünen, kendince kamuoyu yarattığını düşünenlere göre…
İlk önce kendileri çalıp, kendileri oynuyorlar deniyordu, sonrasında onları sevenler, onlara uyanlar, onları tanıtanlar anlatanlar çığ gibi büyüdü.
Görünmez eller, Türkçemizin önce yüzüne gülüp, ardından sinsice, planlı ve maksatlı bir şekilde yok etmek için şirinlik üstüne şirinlik yapıyorlar! Yeni getirdikleri, icat ettikleri maksatlı kelime ve kavramları, Türkçenin içinde ne güzel gidiyor, harika uyum sağlıyor, böyle daha güzel olmadı mı, durmadı mı, diyerek öyle bir reklam ettiler ki, şimdi onsuz yapamayan, o kavramları kullanmaktan kendini alamayan, Türkçeyi gitgide kullanmaktan uzaklaştığının farkına varamayan, farkına varmak istemeyen anlayışlar gelişmeye başladı. Argo baş tacı oldu. Dizilerden, müziğe, tiyatro ve sinemaya kadar geniş bir yelpaze içinde başköşeye kuruldu!
TÜRKÇE İSİMLER KOYMAMANIN ADI İNTİHARDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL!
Mesela, yiyecek olarak seçtiğimiz, beğendiğimiz, tercih ettiğimiz seçeneklerin isimleri de Türkçe değil!
Bu tercihi, ayrıcalık gibi, farklılık gibi, hatta farkındalık yaratmak gibi düşünmek hoşumuza gitmeye başladı.
Birde kahvemiz var!
Türkçe kahve ara ki bulasın!
Arada Türk kahvesi de içtiğim oluyor diyenler, Türk kahvesi var ya diye savunmaya geçiyorlar!
Şehrimizdeki tabelalara şöyle bir bakın bakalım…
Türkçe tabelalarının birkaç tane kaldığı caddeler, sokaklar var!
Yabancı dillerin tabelalar marifetiyle de, istila ettiği, en son Arapça tabelalarla son noktayı koyduğu şehrimizde, Türkçe adeta can çekişiyor!
Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz!
Türkçe isimler koymamanın adı intihardan başka bir şey değil!
İşletmesine isim arayanlarımız, manası ne olursa olsun, neyi işaret ederse etsin, yeter ki kimsede olmayan, nereden buldun böyle bir ismi denilen, rakipleri arasında ayrıcalık yaratacak bir isim arama yarışına çıkıyorlar!
Buldukları isimleri bizim dilimizde olmayan “X,Q, W” gibi kelimelerle başlatmaktan ve eklemelerle yeni kelime ve anlamlar türettiklerini sanmaktan da, ayrı bir zevk duyuyorlar.
İşletmesine Türkçe bir isim arayan, bulan, araştıran neden yok?
Bu merak, bu zafiyet, bu yabancı isim hayranlığı nereden kaynaklandı?
Bu soruların cevabını bulmamız inanın zor değil!
DİL, BİR MİLLETİN KİMLİĞİDİR!
Biz Türkçemizi tepe tepe gömdük de, bir daha karşımıza çıkmasın, canımızı sıkmasın diye,
Türkçe yerine hiçbir anlamı olmayan, “argo” ve “yabancı dillerin” kelimelerinden oluşan cümlelere mi sığındık!
Yazıktır, günahtır!
Dil, bir milletin kimliğidir!
Geçmişle gelecek arasındaki kurduğu, geliştirdiği köprüdür.
13 Mayıs 1277’de “Bundan sonra divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşulmaya” diye ferman çıkaran Karamanoğlu Mehmet Bey’e kulak verip güzel Türkçemize geri dönmeye, Türkçenin kaderini değiştirmeye kavli karar etmemiz gerekiyor.
Bu kaderi değiştirmek elimizde. İstersek tek bir günde, şehrimizi de, Türkiye’mizi de bu yabancı dil ve kavramların boyunduruğundan kurtarabiliriz!