D. Mehmet Doğan hocamız hacda olsa da kitapları yayınlanmaya devam ediyor. Daha önce ‘Kitabevi’ etiketiyle okurla buluşan Türkendülüsiye’nin gözden geçirilmiş ikinci baskısı Yazar Yayınları arasında çıktı. Kitap, Hilâl Operasyonunun tarih tünelinden çıkarak günümüze nasıl taşındığını anlaşılır ve tesirli bir dille anlatıyor.
Türkendülüsiye’nin belki de en önemli özelliklerinden biri, hocanın diğer eserleri gibi başımıza ne geldiğinin farkına vararak, unutmayarak her daim tetikte bekleme bilinci vermesi.
ÖNCE 28 ŞUBAT’TA OLANLARI BİR HATIRLAYALIM
Çok şükür artık öyle bir Türkiye artık olmasa da, yukarıda yazdığım bilince uygun olarak, 28 Şubat günlerini bir hatırlayalım. Evet, eski Türkiye yok. Daha güçlü, daha özgüven dolu, muktedir, söz sahibi bir devlet var. Böyle bir Türkiye’yi; Osmanlıyı ve öncesini iyi bilen/hiç unutmayan Batılılar asla istemez. Dolayısıyla her şart ve zeminde ve dahi her zaman dikkatli olmak gerek. Dolayısıyla D. Mehmet Doğan hocanın bu kitabının ve önceki yakın tarih çalışmalarının ne denli önemli olduğu fark edilecektir.
&&&
28 Şubat 1997’de halkın temel değerlerine karşı psikolojik bir savaş başlamıştı. Bu tür bir dayatmanın Türk tarihinde başka bir örneği yoktur. Mensup olduğumuz kültür tarihinde ise tek örneği var. Yıllardır Türkiye'de yaşananlar, Endülüs İslâm Medeniyetinin son yıllarıyla örtüşüyor. Granada’nın düşüşüyle birlikte yüzbinlerce Müslümanın önce “İslâmi Görünürlüğü” tırpanlanıyor, biçiliyor. Sosyolojik bir transformasyonla kimlik değişimi ve kişilik erozyonu başlıyor. Sonra hapishaneler, sürgünler ve sistematik engizisyon…
O zamanlarda çeşitli STK’ların yayınladıkları listeleri hatırlayın. 364 devlet memuru, 3282 ordu mensubu görevinden atılmış. 164 Yazar, düşünür ve sanatçı, cezaevine düşmüş. 122 kitap ve gazete “suç delili” olarak toplatılmış.
28 Şubat sürecinde özgürlüklerin teminatı olan Yargı siyasallaşarak, atanmışları seçilmişlerin tepesinde ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi kullandı. En büyük siyasi parti halkın seçtiği bir parti, gazete küpürü iddianameyle kapatıldı. Bir Başbakan altı ay sonra siyasi yasaklı oldu, hakkında idam talebiyle davalar açıldı. Fikrini ifade edenler; Yahyalı, Bandırma, Ulucanlar ve Güdül hapishanelerini doldurdu. Şiir okuyan 10,5 aya mahkûm oldu, 1285 Üniversite öğrencisi başörtüsü yüzünden okuldan atıldı. Milletin seçtiği vekillerden altısına savunma hakkı dahi verilmeden, siyasi özgürlüklerine son verildi.
Hocanın da isabetle söylediği gibi bunların hiçbiri tesadüf değildir. Sosyal karmaşa süreci gibi görünse de uygulamalar sistematik engizisyonun yani psikolojik savaşın ta kendisidir.
Ötesi var tabi her şeyin. Kitaptan devam edelim… Resmi görüşe bakınız; Türk İstiklâl Marşı, Akif gibi bir “Başmürteci” tarafından yazılmıştı. Oysa Laik Devlete, Laik Bayrak, Laik Marş olmalı. Ve yeni bir eser dahi üretemeyenler Cumhuriyetimizin 75. yılında, ancak Onuncu Yıl Marşıyla avundular.
Kitabın başlığını da izah edecek soru sırada; Öz yurdunda garip kalan bu asil Millet yoksa ikinci Endülüs’ü mü yaşıyordu? Evet, bizim için ikinci Endülüs süreci geçen yüzyılda başladı. Çünkü; Anadolu Gırnata ile ötüşüyordu. Gırnata düşünce, Endülüs tarihi sona ermişti.
Hocamız, ironi dolu bir üslûpla huzurun, yani sistemle uzlaşmanın da yolunu gösteriyor: Laik görüneceksin, dinine saldırılınca ses çıkarmayacaksın, kalabalığa uyacaksın, dindarlığın bilinmesin diye, cemaatle namaza durmayacaksın. İçki içiyormuş gibi görüneceksin veya aleni içeceksin. Oruç tutmadığını haykıracaksın. Zina, faiz, rüşvet kurallarına uymadığının pratiğini yapacaksın. Böylece Mürteci olmadığını ispat ve ilân edeceksin...
Sadece okurlara değil, eskiyi özleyen, eli tetikte bekleyenlere de çok dersler var Türkendülüsiye’de.
Son söz yine hocamızdan gelsin; Onlar yıkar, biz yaparız. Bu toprakların her karışında dedelerimizin kanı var. Bizim de emeğimiz ve alın terimiz. Yılmadık, yok olmadık, tükenmedik. Aksine daha gür filizler verdik.