1400 lü yıllarda tabip sabuncu Şerafeddin efendi, Mücerrebname adlı eserinde yaşanacak her hangi bir salgın durumunda neler yapılması gerektiğini şöyle anlatıyor:
1- Elleri güzelce yıka
2- Kalabalığa girme
3- Uzaktan selamlaş
4- İyi ye iyi iç
5- Hasta isen yat
6- Dışarı çıkma, çıkarsan da yüzünü ört
700 yıl sonra bugüne gelindiğinde pek de fazla bir şey değişmiş gibi görünmüyor. Kelimeler ecnebi olmuş sadece, maske , hijyen gibi, onun dışında biraz da ironi yaparsak tıp yerinde saymış sanki. Oysa biz bayağı bir ileri gittiğimize inanıyorduk.
Ancak asıl sorun, bugünün öne çıkan medeniyetinin moral değerler açısından savrulması oldu. Yıllardır öve öve bitiremediğimiz batı medeniyeti böylesi bir felakette insanları kendi başına bırakıp ortalıktan sıvıştı. Başınızın çaresine bakın deyiverdi. Mesela İngiliz başbakanı bazılarınız sevdiklerinden erken ayrılacak dedi o kadar.
Sizce bugünün insanı moral değerler açısından eski dönemlerden daha mı güçlü?
Siz de biliyorsunuz ki, içinde yaşadığımız medeniyet büyük vaatlerle kendini pazarlamıştı. Eşitlik, adalet, zenginlik, bireysellik, özgürlük vs. Özellikle Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerinde bütün entellektüellerin ağzında hürriyet kelimesi pelesenk olmuştu. Oysa imameden koparılan tesbih taneleri gibi hem aynı coğrafyadaki insanlar hem de devletler tek başlarına oradan oraya savruldu durdu, gün yüzü göremediler bir türlü. Anladık ki hepsi sürüyü dağıtıp tek tek avlamak isteyen sırtlanların süslü pazarlama cümleleriymiş.
İnsanın hem birey olmaya hem de aidiyet hissi geliştirmeye ihtiyacı vardır. Bu iki uç arasında bir yerlerde durur ve bazen de iki uç arasında salınıma uğrar. Denize düşmüş her canlı tutunmak ister. Bazen de tutunduğu dalı bırakıp güvenli mesafe içinde tek başına yüzmek. Ancak tutunduğu dal güvenli alanda onu beklemelidir.
Tanrıyı alaşağı edip bilimi putlaştıranlar çuvalladılar. Şöyle bir tuzağa düşmeyelim, ikisinden birini tercih etmek zorunda değiliz. Bu Tanrı’yı tahtından indirip kendilerini onun yerine koymak isteyenlerin pazarlama stratejisi. Biz zaten O’nu bilmek ve O’na ayna olmak için yaratıldık. O yüzden biyolojiyi, fiziği ,astronomiyi de bunun için okuyoruz. Sosyal medyada bir şey okumuştum şöyle diyordu: “Din çalıştılar soru biyolojiden geldi”. Ben tam tersini düşünüyorum. Tanrı olmak için biyoloji, fizik, astronomi vs çalıştılar soru dinden geldi.
Biz hem inanır ve hem de inkar edilemeyecek düzeyde biliriz ki, yaşadığımız dünyadan çıkış için tek bir kapı var. Mesnevi adlı eserinde Hz Mevlana; koskoca bir devenin küçücük bir yarıktan geçip gittiğini gördüm der anlattığı bir hikayede, bir insanın dilinden. Elde ettiği bir takım güçlere izafeten Tanrı da olduğunu vehmetse, nefs devesi tek çıkış kapısı olan ölüm yarığından sessizce çekip gider.
Tanrı’yı yok sayan ve yendiğini vehmeden çok Tanrılı bugünkü medeniyet bize içine düştüğümüz denizde tutunacak dal bırakmadı. Birbirimize tutunmamızı da aşağıladı ve küçük gördü. Beş duyumuza hitap eden oyuncaklarıyla bizi efsunladı.
Şükür ki asıl Tanrı bizi unutmadı ve musibet gibi görünen merhamet sopasıyla onların oyuncaklarını gözümüzden düşürdü.