Edebiyat profesörü Alaattin Karaca Karar gazetesindeki bir yazısında; özellikle muhafazakâr çevrelerce düzenlenen kültür sanat faaliyetlerinin neden amacına ulaşamadığını, siyasal iktidarın neden kültürel iktidara dönüşemediğini merkeze alan güzel bir makale yazmıştı birkaç sene evvel (14 Ocak 2019). ‘Türk muhafazakarlığı ne kadar sivil?’ başlıklı bu köşe yazısı önemli tespitler içeriyordu. Önce bu yazıyı hatırlayalım, üç yılda nelerin değiştiğini dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım.
Makalenin hareket noktası şu cümlelerde gizli; “Yazılarımda genelde muhafazakârların kültür ve sanata ilişkin sorunlarına değindim, değiniyorum. Gözlemlediğim kadarıyla bu kesimi temsil eden siyasî iktidarlar, kültür ve sanatta yetersizler. Günümüzde bu kesimin desteğini alan ve temsilcisi konumunda bulunan AK Parti’nin zayıf olduğu en önemli alan da bu. Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da kültür sanat alanında yeteri kadar mesafe katedememiş” olduklarının altını çizdi.’’
Alaattin Karaca bunun sebebine dair de fikirler ileri sürmüştü o yazıda; “Peki neden? Neden muhafazakârlar, siyaseten iktidarda olmalarına rağmen kültür ve sanatta yeterince başarılı olamıyor? Asıl tartışılması gereken soru bu iken, maalesef siyasî iktidara yakın duran kimi kalemler bunu sormuyor; bir özeleştiri yapmıyor, aksine başlarını kuma gömerek ve sadece devletin araçlarına sırtını vererek siyasî iktidarın konumunu pekiştirmeyi amaçlayan –kültürü tahkim eden değil- ‘sembol’ler üretiyor ve daha tehlikelisi ‘tarih’ yazıyorlar. Yanlış bu! Salt devlet aygıtlarıyla, siyasî iktidar gücüyle kültür ve sanat inşa edilseydi, Tek Parti döneminin kültür politikaları başarılı olurdu. Ama olmadı! Çünkü sivil ayağı yoktu; halk tarafından ve tabiî bir akış içinde üretilmediği; daha önemlisi Türk kültürüne uymadığı için kabul görmedi. Çünkü sanat, siparişle ve emirle icra edilmez. Siyasi iktidar cenahındaki kimi kalemlerin “kültürel iktidar” tartışmalarında ıskaladıkları en önemli sorun bu! O hâlde problem ne? Bence en büyük problemlerden biri muhafazakâr zümrenin sivil ayağının ve sivil bilincinin zayıflığı! Siyaseten iktidar olmak için gerekli çoğunluğa sahipler ama nitelikli bir kültür-sanat üretecek-tüketecek bilince, bilgiye, birikime ve ‘sivil zümre’ye yeterince sahip değiller… İşte bu sebeple devletin imkânlarını kullanarak yaptıkları çoğu etkinlik ve ürettikleri sanat eserleri iz bırakmıyor; dahası yıllardır söylenegelen “kopulan kültür’le bağ kuramıyorlar. İkincisi ve daha önemlisi, Türk muhafazakârlığı kendini devletle özdeşleştiriyor, devletin doğal sahibi ve koruyucusu olarak görüyor.’’
Peki, böyle bir durumun neticesinde ne olacak, Alaattin Karaca’dan okumaya devam edelim “(…) İyi de, bu onu kültürel, sanatsal, hatta bilimsel üretimde daima devletin çeşitli kuruluşlarından destek bekleyen, hatta bunu doğal bir hak olarak gören ‘memur’ pozisyonuna; tabiri caizse ancak devletin/ siyasi iktidarların himayesinde, onların desteğiyle yaşamını sürdürebilen tâbi bir ‘beyin’e dönüştürüyor. Böyle bir ‘beyin’den entelektüel duruş, eleştiri, özgün fikir ve sanat eseri beklenemez!”
Üç yıl önceki bir yazıdan bu kadar alıntı yaptım, çünkü üç yıldır pek de değişen bir şey olmadığını hep birlikte görüyoruz. Araya giren salgın şartlarının normale evrilmesiyle kültür faaliyetleri tekrar ivme kazandı ama azalsa da yanlışlar sürüyor. Bazı kurum ve mecralara doldurulmuş kalibresi noksan, vizyonsuzluğu doksan kültür mücahitleri çoğu zaman silkinmeye dahi ihtiyaç duymuyor. Elbette tespit ve eleştirilerimiz tüm kurum ve kuruluşlara değil. Muhafazakâr camiada güzel işlere imza atan, istikrarlı bir şekilde kültür sanat faaliyetleri tertipleyenler de var, ki bunları sıkça gerek köşe yazılarımda gerekse Kültür Atlası sayfalarında zikrediyorum. Yanlış ve hataların özeleştirisini yapıp adım atmadıkça kendimiz çalıp kendimiz oynamaya devam edeceğiz.
Elbette bu kutlu yolda yalnızca muktedirlere, yani yöneticilere değil bizlere de, yani halka da iş düşüyor. Okul sıralarından itibaren öğretilegelmiş ‘okudukça, seyrettikçe dinledikçe kültürümüz artar’ şeklinde soyut kalan izahların somut şekle büründürülmesi gerekir. Verilen bir bilginin, sağlanmaya çalışan faydanın ne işe yarayacağı, hayatımıza ne yönde bir tesirinin olacağı noktasında ikna olmadan yapılanlar da havada/karşılıksız kalıyor.
Ruhu doyurmanın, kültürle kuşanmanın en az ekonomi kadar önemli olduğunu tüm benliğinde iliklerine kadar hissetmeyen bir ferdin hakikatin idrakine varabilmesi de imkân dahilinde değildir. Okumadan, yeni şeyler öğrenmeden sohbetlerin anlam kazanması, hayata renk gelmesi mümkün müdür?