Uçurumun kenarı

Erol Sunat

Genç yönetici bunalımlı bir hayattan geliyordu. Kendini tamda toparlayamadan yeni bir göreve atanmıştı. Geride bıraktığı, kopamadığı olaylar vardı.

Ne kafasındakiler dağılmıştı ne de yeni işine uyum sağlayabilmişti. Bulunduğu yerde kendinden yirmi yaş kadar büyük herkesin ağabey dediği bir yönetici vardı. O yönetici de kendine bağlıydı. Bir iki sohbet ettiler. Genç yönetici, onunla konuştukça rahatladığını hissetti. Her gün saatler boyu görüştüler. Bu görüşme trafiği telefonlarla hafta sonları da devam etti.

Yaşlı yönetici, şöyle yaparsan, şöyle dersen, lafa şöyle girersen, şunu görmezden gelirsen diye başlayan etkileyici telkinlerde bulundu. Genç Yönetici, o telkinlere uydu. Sislerin arasından çıktı. Kendine geldi. Toparlandı, kurtuldu, rahatladı.

Birkaç ay sonra, yaşlı yöneticiye, sen dedi bana öyle bir iyilik yaptın ki, “beni uçurumun kenarından aldın.” Değilse ben çoktan düşmüştüm o uçurumun en dibine.

Genç yöneticinin saygı duyduğu o eski yöneticinin; fırıldak mı fırıldak, açıkgöz mü açıkgöz, çıkarcı, gözü yaşlı yöneticinin koltuğunda olan, bu hedefe ulaşmak için, yapamayacağı hiçbir şey olmayan bir yardımcısı vardı. Dayamıştı sırtını siyasilere, dayamıştı sırtını hemşerisi olan üst yöneticilere.

O yaşlı yönetici, izine ayrıldığında, her ne olduysa, her ne yaptıysa yaptı, yerden yere vurdu yaşlı yöneticiyi. Genç yöneticinin aklını çeldi, neredeyse istisnasız her gün işledi. Kısa bir süre sonra genç yönetici, bu dolduruşların etkisinde öylesine kaldı ki, yaşlı yöneticiyi aşağıya atmak üzere uçurumun kenarına getirdi.

Yaşlı yöneticinin gururunu ve özellikle kalbini defalarca kıran sözler, davranışlar ve fiiller içerisine de girmekten çekinmedi. Belli ki, yaşlı yöneticinin yapmış olduğu iyiliği kendince bir zafiyet, bir zayıflık olarak görmüş belki de işleyenler öyle işlemişlerdi.

Yaşlı yöneticiye, bundan böyle seninle bir arada, çalışamam dedi. Yaşlı yönetici, ben dedi, zaten senin olduğun yerde bir dakika durmam. Kullanmadığı izinler vardı. Genç yönetici, o izinlerin tamamını verdi. Yaşlı yöneticiyi nereye başvursa engellendiğini gördü. Yaşlı yöneticinin üstleri onu tenzili rütbe misali, bir yere verdiler. Emekli olmaya az bir zaman kalmıştı. Genç yönetici o yaşlı yöneticiyi, mesleğinin son demlerinde, yöneticilikten emekli olma hayali kurarken, uçurumdan aşağıya atmak için ne gerekirse yapmıştı…

Genç Yönetici yükseldi gitti. Muradına eren yardımcı vekaleten yönetici oldu. Uçuruma ittikleri yaşlı yönetici, ağır hasarlı bir şekilde kurtarıldı uçurumdan. Maddi-manevi kayıpları çoktu. Lakin alnı açıktı. Düze ve düzlüğe çıkması çok zamanını aldı. Lakin ne o uçurumu unuttu ne yaşadıklarını ne de kendine yaşatılanları…

*****

Eskiler, yöneticilere çok yakın olmayın. Göz alıcı sözlerine ve yakınlıklarına kanmayın diye anlatırlardı. Bildik bileli kıskançta çok, haset de fesat da. Herkesin gözü herkesin yerinde. Üç gün Beylik Beyliktir lafı herkesin dilinde.

Gerçek anlamda yöneticilik ateşten gömlek. Uçurum kenarı aşina olduğu mekân. Doğru ve düzgün insanı öven çok, yanında isteyen yok. Kimin kimi ne kadar koruduğu ne kadar istediği o kadar belli ki…

Kişiliksiz, liyakatsiz, kimliksiz, herkesin dediğini yapmaya hazır insanların el üstünde tutulmaları, tercih sebebi olmalarından daha açıklayıcı ne var? Ehil insan, ehliyetli insan diye mangalda kül bırakmayanlar, nice ehil ve liyakatli insanı sizce neden kenarlarda bekletmeye devam ediyorlar?

Uçurumun kenarına nasıl geldik, ne işimiz var bizim uçurumun kenarında sorularının cevapsız kalmasından hâlâ hiçbir şey anlamadık mı?

Uçurumun kenarından seni, beni, hepimizi alacak, kurtaracak olanlar neredeler? Uçurumun kenarı neden meskenimiz oldu, neden alın buradan bizi, kurtarın diye seslenenleri duyan yok?

*****

Mahkeme Kadıya mülk değil demişler…Demişlerde kime demişler. Neredeyse ölünceye kadar ben burada oturayım, hiç kalkmayayım. Kimseye ne faydam dokunsun ne zararım.

İşte benim budur kararım diyenler…

Aç kim açık kim? Fakir kim yoksul kim? İşsiz kim dar gelirli kim? Emekli kim?

Bilebilir mi? O insanları düşünebilir mi?

Sürekli uçurumun kenarında olan kim?

Millet…

Olmaması gereken kim?

Yine millet!

Çekin alın uçurumun kenarından milleti. Bu millet kadir kıymet bilir, kendine reva görüleni de yapılan iyiliği de kötülüğü de ömrü billah unutmaz.

*****

Uçurumun kenarı için havadar denmiş, havası güzel denmiş, manzarasının eşi menendi yok denmiş. Hulasa, uçurumu mesken etmişler. Lakin, rüzgâra, kara, ayaza, soğuğa, yağmura, doluya, tipiye açık faslından kapak kaldıran olmamış.

Demişler ki; Çekin şu insanları uçurum kenarından daha öteye, barınaklı, korunaklı yerlere…

Duymazdan gelinmiş, tabi ki önceliklerimizden biri de o denmiş, lakin şu kadar sonra, bu kadar sonra, şu mevsimde, yıla bağlı diye sıralanmış laflar.

Anlayacağınız laf sıradağlar gibi uzanmış gitmiş…

Mesela demişler, tamda rüzgârın püfür-püfür estiği bir zaman…

Tıpkı meltem misali…Siz deyin İmbat, ben diyeyim Gedavet…

Kaç gün eser? Bu esinti kaç gün gider?

Uçurumun kenarı gerçekten görülmeye değer…Durun bakalım…Alacağız elbette insanları o uçurumun kenarından, daha önümüzde sonbahar var, pastırma yazı var, bakmışsın kış mevsimi olmuş ilk bahar…

*****

Kime ne iyilik yaptıysak, attılar bizi uçurumdan aşağı diye sazın teline vuran Aşıklara kapatmışız kulaklarımızı. Kapatmışız kapımızı…

Öyle ya uçurum var…Uçurumun kenarında, uçurumun en dibinde açan uçurum çiçekleri var.

Uçurum kenarında dolaşmak var. Ha düştü ha düşecek bir hali istisnasız her gün yaşamak var.

Uçurumda oturmak var. Adresi uçurum haline gelmek var.

Dipsiz uçurumlar var…Uçurumun kenarına salıncak kurup sallanmak var. Uçurumun moruna, alına, sarısına, akına-beyazına bakmak var. Kanmak var, aldanmak var… Uçurum masallarını gerçek sanıp dalıp-dalıp gitmek var.

*****

Aşk söyletir derler ya, yazan, “gözlerinin uçurumundayım” diye bir başlamış yazmaya, yazılan, şiir, o yazan hem şair hem de efsane olmuş…

Uçurum, ancak edebiyatta güzel…

Kim ister uçurumun kenarını? Kim ister felaketle her an burun buruna yaşamayı?

Biz uçurum kenarlarını hiçbir zaman hak etmedik, hak edenlerden de değiliz.

Gökhan Özen, “Kader utansın” diye seslenmiş o güzel şarkısıyla…

Mehmet Akif merhum ise koymuş son noktayı demiş ki, “Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda.”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,çok uzun ve ilgili içerikle alakasız,
Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.