Ocak ayı…
Kara bir ay…
Cahilliğin, yobazlığın pençesinde kapkara bir ay… Karanlık bir ay…
Pek çok yurtsever, aydın Atatürkçü insanımız ocak ayında katledildi.
Metin Göktepe… Onat Kutlar… Muammer Aksoy… Uğur Mumcu…
Aydınlanmaktan korktu yobazlar.
Toplumun düşünmesinden çekindi cahiller.
Halkın sorgulamasından ürktü hırsızlar.
Ve çareyi bombalamakta buldular. Vurup kaçmakta buldular. Parçalamakta buldular.
Kanla ve karanlıkla beslenen yobazlar, cumhuriyet ve devrim düşmanları dün olduğu gibi bugünde aydınların, devrim bekçilerinin öldürülerek susturulabileceği yanılgısı içine giriyorlar.
Bu nasıl bir cehalettir ki devrim bekçilerini parçalayınca, öldürünce kazanabileceklerini düşünüyorlar.
Parçaladılar da belki ama. Her birinin, her bir parçasından on binlerce devrim bekçisinin meydana gelebileceğini hesap edemediler.
Tıpkı devrim için başını veren Kubilay gibi… Tıpkı devrim için canını hiçe sayan Deniz Gezmiş gibi… Tıpkı… Mustafa Kemal gibi…
Pek çok aydınımız katledildi. Pek çok hükümet “namus ve şeref sözü” verdi. Devrim şehitlerinin katillerinin bulunması için; ama aynı hükümetler sözlerini tutamadılar. Ve namus ve şeref açısından zafiyet içerisinde olduklarını kabul ettiler.
Ve bu da yetmedi. Zamanaşımından davalar düşürüldü. Kanayan yaramıza bir tuz daha basıldı. Bu anlamda aydınlarımıza, devrim şehitlerimize karşı boynumuz eğik ne yazık ki…
Aydınlarımıza karşı başımız ne kadar eğik olsa da cumhuriyet düşmanlarına karşı duruşumuz o kadar dik ve onurlu olmalıdır. Çünkü o aydınlar, cumhuriyetten ödün vermedikleri için öldürüldüler. O gazeteciler. Atatürkçü oldukları için parçalandılar. Ve o devrimciler idam sehpasında altlarındaki sandalyeyi kendileri tekmeleyebildikleri için ölümsüz oldular.
Bu yüzden bizler yılmadan, korkmadan, sinmeden yazmalıyız, konuşmalıyız, her platformda cumhuriyeti ve devrimleri savunmalıyız…
O zaman ölümle tehdit ediliyorlardı. Şimdi ise hukuksuz yargılamalarla. O zaman öldürülüyorlardı. Şimdi zindanlarda çürüyorlar. Ama zindanlarda da büyüyorlar. Tıpkı Mustafa Balbay gibi. Yargının alabildiğine siyasallaştığı, aile şirketi haline getirildiği ve hukukun siyasal iktidarla güç odaklarının birbirlerine karşı kullandıkları bir silah olduğu günümüz Türkiye’sinde biz cumhuriyetçilere, biz devrimcilere son derece büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir.
Bize düşen köşeye sinip, boynumuza yobazların kılıcının ne zaman vurulacağını beklemek değil, onlarla devrim için, cumhuriyet için bilgimizle, kültürümüzle mücadele etmektir…
Bu ülkede aydınlar, devrimciler hiç hak etmedikleri bir şekilde hayatlarını kaybediyorlar. Bizim için can veriyorlar. Onlar canlarını, başlarını ortaya koyarken bizlerin küçük de olsa bir şeyler yapmamız gerekmez mi? Onlara hiç değilse böyle bir borcumuz yok mu?
Devrim için, cumhuriyet için, bayrak için, vatan için ve halk için canlarını verenlere, şehitlerimize en azından susmamak gibi bir borcumuz yok mu?
Kendi adıma söz veriyorum. Hayatta olduğum sürece mezar taşı gibi suskunluğun sembolü olmayacağım. Elimden geldiğince düşünüp, sorgulayacağım ve doğru bildiğimi savunacağım.
Uğurlar oldu; ama Uğurlar ölmedi… Çünkü her parçasından onun gibi binler var oldu. Uğur Mumcu’yu unutmamak. Unutturmamak. Uğur Mumcu’yu anlamak. Anlatmak…
Tüm devrim şehitlerimizi saygı ile anıyorum.